Prof. Dr. Kemal Kocabaş Bir Özgürleşme Öyküsü: Köy Enstitüleri Yeniden İmece 1.sayı, Kasım 2003

Eğitim için birçok tanımlama yapılabilir. En genel anlamda  eğitim bir dönüştürme eylemi ve sürecidir. Çağdaş eğitim ise toplumu; yaşadığı çağın değerleri, birikimleri , güzellikleri ile geliştirme ve dönüştürmenin tanımıdır. Günümüzde eğitimin çağdaşlığı eğitim sürecinin öğrenci merkezli doğasına, demokratikliğine, toplumsallığına ve işlevselliğine bağlıdır. Köy Enstitüleri bu anlamıyla çağdaş, aydınlanmacı ve özgürleştirici  eğitim kurumlarıydılar. Ülkemiz ilericilerinin onur duydukları ortak bir kazanımın ve  insan merkezli eğitim sistemi arayışlarında zengin bir deneyimin adıdır Köy Enstitüleri. Melih Cevdet Anday "Bugünün ilericileri, Köy Enstitülerini,1940’taki durumu ile canlandırmayı değil, sırası geldiğinde onu yeni koşullar  içinde yeniden yaratmayı amaç edinmelidir" diyerek bu zengin birikiminin yeni arayışlardaki önemine vurgu yapıyordu ( Kut,2000).

Köy Enstitüleri eğitim sistemi, ilk kez bu ülkenin yoksul halk çocukları için geliştirilen ve bize özgü, özgün bir eğitim projesi olması nedeniyle önemlidir. Ülkemizde son yıllarda eğitimin gittikçe paralı hale gelmesi, değişik sınav sistemlerinde ortaya çıkan başarısız sonuçlar günümüz ezberci eğitim sisteminin sorgulanmasına ve tüm kesimlerde yeni arayışların doğmasına neden olmaktadır. Köy Enstitülerinin kuruluş, kutlama etkinlikleri , Köy Enstitülerinin kurucuları ve Köy Enstitülü yazarlar için yapılan anma etkinlikleri ülkenin eğitim sorunlarının tartışıldığı sivil platformlara dönüşmektedir.Son olarak 10-12 Ekim 2003 tarihler arasında Burdur’da yapılan Fakir Baykurt anma etkinliği böyle bir sivil demokrat eğitim sistemi arayışlarına,tartışmalarına zemin olmuştur. O nedenle Fakir BAYKURT gibi onur duyduğumuz Köy Enstitülü yazarlar ölümlerinden sonra bile insan merkezli,sanat merkezli eğitim arayışlarına katkı koymaya devam ediyorlar.

Sivil toplum örgütleri  ve geniş halk kitleleri gündeminde bu tartışmalar yaşanırken Başbakan Erdoğan’ın 12 Eylül 2003 günü yazılı ve görsel basına yansıyan ilginç bir açıklaması oldu. Cumhuriyet tarihimizin en kapsamlı ilerici eğitim projesi olan Köy Enstitüleri sisteminden  günümüzde de yararlanmak için çalışmalar yaptıkları şeklindeki  açıklaması geçtiğimiz günlerin ilginç ironisini oluşturdu (Radikal,12.09.2003). Başbakan; açıklamalarında dünya eğitbilim literatürüne de giren bu özgün eğitim sistemi üzerinde araştırmalar yaptırdığını, özellikle bilişim ve genetik tarım eksenli çalışmaları bu kurumlarda temel almayı hedeflediklerini ifade etti.

Yıl 2003, Köy Enstitülerinin kuruluşunun 63.yılında, temel ilkelerinin ortadan kaldırılışının 57.yılında ve kapatılmasının 49.yılında din eksenli politika geleneğinden gelen bir başbakanın böyle bir öneri yapabiliyor olması ilginçti. İroni buradaydı. Köy Enstitülerini kapatan, Köy Enstitüleri yerine imam hatip liselerini öne çıkaran anlayışın günümüzdeki temsilcileri 49 yıl sonra böyle bir aydınlanmacı modelden yararlanmak istediklerini ifade ediyorlardı. Bu açıklama bir anlamda yıllarca karalanan,sürülen, kıyıma uğratılan 17300 Köy Enstitülü öğretmen, 2000 Köy Enstitülü sağlıkçı ve 8500 eğitmenden bir anlamda özür dileme mi? yoksa yine bir takıyye mi? Bu aydınlanmacı kurumların içini boşaltma mı? Sayın Başbakan Köy Enstitüleri Eğitim sisteminin özünü gerçekten biliyor muydu?

Cumhuriyetin aydınlanmacı ve ilerici karakterinin en özgün uygulaması olan Köy Enstitülerinde uygulanan iş içinde eğitim ilkesi; laik, demokratik, karma, parasız, bilimsel , öğrenci ve sanat merkezliydi. Bu ilkeler, sistemin birbirini tamamlayan  temel özleriydi. Sistem bu anlamıyla özgündü. Sistemi başarılı kılan ise tüm bu ilkelerin bütünselliğiydi. Bu ilkelerden özellikle eğitimin laik karakterinden ödün vererek Köy Enstitüleri sistemini günümüze taşımak mümkün değildir. Sayın Başbakan bu ilkelerle Köy Enstitüleri sistemini hayata geçirmeyi veya bu sistemden yararlanmayı düşünüyorsa sorun yok. Bu ülkenin tüm aydınları, ilericileri bu aydınlanmacı ilerici eğitim sisteminin günümüze uyarlanması konusunda büyük coşku duyarlar ve de katkı da koyarlar. Ama durum bu kadar yalın mı? 

Bilindiği gibi Köy Enstitüleri yasası 17 Nisan 1940 yılında TBMM’de kabul edilmiştir.Köy Enstitüleri Eğitim Sistemi o güne kadar yalnızca askerlikte ve vergide anımsanan, nüfusun %85’ini oluşturan, yüzyılların unutulmuşluğunu yaşayan Anadolu köyleri için yaşam bulmuş bir eğitim projesidir.Ülkede okuma yazma oranının %15 olduğu koşullarda Ulusal Kurtuluş Savaşının aydınlanmacı kadrolarının Cumhuriyeti köylere taşıma projesiydi Köy Enstitüleri. Sistem yalnızca köye öğretmen yetiştirme projesi veya karatahtada sadece abece öğreten bir öğretmeni değil, halk önderleri yetiştirmeyi hedefliyordu. Köy Enstitülerinin düşünsel temelini Avrupa’daki iş okulu anlayışı, sanat merkezli eğitim anlayışı, aydınlanmanın temel kazanımları, ilerici tüm düşünce akımlarının sentezi  ve Cumhuriyetin fikri zemini oluşturmuştur. Bu çalışmalar İsmail Hakkı Tonguç önderliğinde geliştirilmiş, 1936’da eğitmen kursları şeklinde ilk uygulamalar başlamıştır. Bu uygulamalar sonucu Milli Eğitim Bakanı Hasan-Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un birbirlerini tamamlayan olağanüstü çabalarıyla ülkenin 21 farklı bölgesinde meclisteki feodal güçlere rağmen Köy Enstitüleri kurulmuştur. Köy Enstitüleri Eğitim Sisteminin gelişimine olağanüstü katkı koyan Sabahattin Eyüboğlu İmece’de Köy Enstitülerini  Anarken başlıklı yazısında 17 Nisan coşkusunu kelimelerle anlamlandırıyordu.  "… Hele on yedi nisanda bir uğultu gelir toprağın derinliklerinden. Masallardaki yeşil yaprak çıkar gibi olur yeryüzüne karanlık kuyulardan, kabaran sularla.Yeşil yaprağı görünce korkmayacaksın der masal: korktun mu taş kesilirsin.On yedi nisanda bir müjde şimşeği parlayıp söner; mutsuzlar mutlu düşler görür; toprak uğrunda ölen,üstünde çalışan yoksullara gülümser; yılanlar, çiyanlar, sülükler, keneler yoktur o gün görünürde…" (Eyüboğlu, 1967:5-6). Köy Enstitüleri dönemi ülkede aynı zamanda aydınlanma döneminin yaşandığı bir dönemin adıdır. Opera, bale, konservatuarların açılması, ansiklopedilerin - klasiklerin çevirisi, yeni fakülteler, ilk özerk ve katılım içerikli üniversite yasası v.b bir çok güzellik bu aydınlanma döneminde yaşam bulmuştur. Çevirisi yapılan yaklaşık 500 klasiğin en çok okunduğu kurumlar Köy Enstitüleriydi. 1940’lı yıllar dünyada faşizmin yaşandığı yıllarken Türkiye’de demokrasi, sanat, öğrenci merkezli özgün bir eğitim sistemi ülkenin en yoksul kesimleri için yaşama geçen bir güzelliğin adıydı.Hasan-Âli Yücel bu aydınlanma döneminin Milli Eğitim Bakanıydı. Hıfzı Topuz’un 11 Mayıs 1975’te TRT’de yönettiği ve daha sonra yayınladığı açıkoturum konuşmalarında Can Yücel babası Hasan-Âli Yücel’i şöyle tanımlıyordu "…Hasan-Âli Yücel bir kent çocuğuydu. Tanıyanlar da bilirler, babam bir şehir çocuğuydu.Alaturka sever, şiir sever, insanlarla sohbet etmeyi, yani eski anlamıyla meclis-i  ara bir insandı. Ama aynı zamanda, insan olma meselesini kendi halkının insan olması meselesini bütün olarak görecek kadar da geniş yürekli ve vicdanlı, bilinç sahibi bir insandı. Yani bir  insanın kendi başına bir insan olmayacağını anlayacak kadar bir hafsala genişliğine sahipti…" (Topuz, Ünsal, 1967:5-6)]. Köy Enstitüleri, eğitimin bir üst yapı kurumu olması gerçeğine rağmen çok özel koşullarda gerçekleştirilen eğitim yoluyla toplumu dönüştürme projesi olarak kabul gördü ve büyük oranda başarılı da olundu. Köy Enstitüleri öğrencilerini köylerden alıyordu. Yoksulluğun diz boyu yaşandığı köylerden gelen çocukların ilk kez çatal-kaşıkları,ilk kez kendilerine ait tabakları,temiz giysileri,ayakkabıları ilk kez bir ranzaları oluyordu. Haşim Kanar (2003:11-13); Kızılçullu’ya giriş öyküsünü anlatırken "…İnsanlık haklarına kavuşmamı, insan olmamı, insanlığımı ve kişiliğimi Köy Enstitülerine borçluyum…" demektedir. Köy Enstitülerine giren öğrencilerin giriş öyküleri birbirine çok benzerdir. Eylül ayında kaybettiğimiz Köy Enstitülü yazarlardan Dursun Akçam’ın, ölümünden kısa bir süre önce yazdığı Kafdağının Ardı adlı eseri; okumak için yaşanan bir direnişi anlatır (Akçam,2003:243). Özellikle kitapta yer alan İsmail Hakkı Tonguç’un Dursun Akçam’a yazdığı mektup günümüzde yaşanan ilişkilerin durağanlığını göstermesi anlamında öğreticidir. Mektup;

“Sevgili Oğlum Dursun,

Eğitim Bakanı Hasan Al Yücel’e yazdığın mektubu okudum.Direnişini yürekten kutlarım.Devam etmekte olduğun 23 fiubat İlkokulundan alacağın diploma ile Cılavuz Köy Enstitüsü Direktörü Halit Ağanoğlu’na başvurursan, dileğin yerine getirilecektir.Gözlerinden öper, başarılarının devamını dilerim.

İsmail Hakkı Tonguç,

İlköğretim Genel Müdürü"

 

Bu 1940’lı yıllarda ülkede yaşanan  hümanizmanın mektuplara yansıyan görüntüsüydü. O dönemlerde Enstitü yöneticilerinin öğrencilere yazdığı tüm mektuplar "...gözlerinden öperim" şeklinde bitiyordu.Yoksul halk çocukları ilk kez gözlerinden öpülmek gibi sevgi dolu,insanca bir duyguyla tanışıyorlardı.Bu anlamıyla Köy Enstitüleri Cumhuriyetin güleç yüzüydü. Dr. Engin Tonguç’un yazdığı kitaplarda buna benzer çok sayıda mektup örneği görmek olanaklıdır [Tonguç, 1-2,1997). Mektuplar ve Köy Enstitüleri, bu konuda araştırma yapacak genç araştırıcılar için ilginç bir çalışma konusu olacağı kanısındayım .Köy Enstitülerinde öğrenciler dersliklerini, revirlerini, yatakhanelerini kendileri yaptılar.Başka Enstitülerin de binalarını dayanışarak yaptılar. Mimari yarışmalar sonucu, doğa ve çevre duyarlığını temel alan projeleri yaşama geçirerek yüzlerce bina, binlerce ağaç diktiler,binlerce hayvan yetiştirdiler.  Ustabaşları ve öğretmenleri önderliğinde fiziği, kimyayı, biyolojiyi ve matematiği iş içinde öğrendiler.Üretirken öğrendiler, öğrenirken ürettiler.Folklor ve güzel sanatlar Enstitü yaşamının en önemli ögesiydi. Anadolu’nun binlerce yıllık birikimi,güzellikleri Enstitüden Enstitüye dolaştı. Kozaklı Hasan Çakı Efe, Aşık Veysel ve birçok isim usta öğretici olarak bu imeceye katkılar sundular. Bahattin Fırtına’nın yazdığı Usta Öğreticiler  adlı kitabı o dönemin isimsiz kahramanların yaşamlarını ortaya koyması anlamında günümüzün önemli bir boşluğunu doldurmuştur (Fırtına, 2003). Kitap okuma saatlerinde klasiklerle tanıştılar.Azık torbalarında ekmek ve kitap yan yanaydı. Coşkulu bir imece havası, birlikte çalışma ve üretme coşkusu, kitap sevgisi, katılım ve paylaşım, yaşamın her alanında sanatın öne çıkması köylerden gelen bu genç insanların değişim ve dönüşümünü sağladı. Enstitü yaşamının her bir sürecine katıldılar.Yönetimi sorguladılar.Köy Enstitüleri ilk kez eğitim sisteminde demokratik katılımın yaşandığı kurumların adıdır. Pakize Türkoğlu İmece’de yazdığı makalesinde (Türkoğlu,1969:15-16) "...Bu kurumlarda öğrencinin yönetime katılması ne göstermelik bir angarya, ne de sadece hak aramak ya da yöneticilik denemesi yapmak içindi.Doğrudan doğruya yetki ve sorumluluk vererek öğrencinin fikir ve emeğinden, yapıcı ve yaratıcı eyleminden yararlanılıyordu. Öğrencinin yönetime ve işe katılması bu sistemi klasik tutucu eğitimden ayıran temel ilkelerden biri,en önemlisiydi..." demektedir. Köy Enstitülerinde eğitim karmaydı.Yaklaşık 2000 kız öğrenci eğitim gördü. Köy Enstitüleri kurucuları daha çok kız öğrenciyi Enstitülere alabilmek için teşvik programı uyguladılar.Tüm bu süreçleri yaşayan öğrenciler yeni bir toplumsal bilinç kazandılar.Yaşamı,hayatı sorgulamaya başladılar.Kazandıkları bilinçle köylere gittiler. Öğrendiklerini yaşama geçirmek için olağanüstü çalıştılar, çabaladılar. Anadolu’da değişim ve dönüşümün, her tür geriliğe karşı modernleşmenin, ilerlemenin temsilcisi oldular.Köye Cumhuriyet Bayramını, köye 23 Nisanı, köye 19 Mayısı götürdüler. Köydeki dinsel bağnazlığın aşılması, okuma-yazma oranının arttırılması, daha çok kız öğrencinin okula gitmesi, sağlıkta ve tarımda modernleşmenin köye ulaşması yönünde örnek bir köy önderleri ve eğitim kahramanları oldular.

Tüm bu çabalar 1944 sonrasında engellenmeye çalışıldı.Ülkedeki sağ politik çevreler Enstitülerdeki karma eğitimi geri bir ahlakçı anlayışla eleştirmeye başladılar.  Enstitülerde uygulanan eğitim sisteminin ülkenin milli bütünlüğünü tehlikeye düşürecek zararlı akımların oluşmasına neden olduğu savları ileri atıldı (Kaplan,2002:253-257). Köylerdeki Köy Enstitülü öğretmenlerin çabaları ve çalışmalarının feodal ağa-imam dengesini rahatsız etmesinden kaynaklanan karalamalar ve kampanyalar başlatıldı.Dünyada yaşanan soğuk savaş ve faşizm rüzgarları Türkiye’yi etkiliyordu. Köy Enstitülü öğretmenlerin her tür ilerleme, modernleşme çabaları bir genel tehdidin izleri olarak algılanıyordu.1946’da önce Hasan-Âli Yücel ve sonra İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden ayrıldılar.1946 yılında Köy Enstitüleri Eğitim sisteminin en insansı değerleri olan iş içinde eğitim ilkesi, karma eğitim, öğrencinin yönetime katılması, kitap-okuma ve tartışma saatleri, eğitimin kesintisizliği ortadan kaldırıldı.Kıyafetler değiştirildi. Klasiklerin Enstitülere girmesi yasaklandı. Bu Kurumlar 1954 yılında da İlk öğretmen Okullarına dönüştürüldü.Kapatanlara rağmen Köy Enstitülerinin aydınlanmacı kazanımları İlk öğretmen Okullarında uzun süre temel yaşam biçimi oldu. 1950-1960 döneminde Köy Enstitülüler siyasi iktidarın her tür baskı ve kıyımına karşı yiğitçe direndiler.Öğretmen örgütlenmesinin en önünde yer aldılar. Köy Enstitülü yazarlar,sanatçılar edebiyatımızı halklaştırdılar.Edebiyatımıza köy gerçekçiliği anlayışını soktular. Edebiyat dünyamız, Köy Enstitülerinde uygulanan özgün eğitim sisteminin ürünü olarak Mahmut Makal, Fakir Baykurt,Talip Apaydın, Dursun Akçam, Mehmet Başaran ve pek çok köy kökenli isimle tanıştı. Köy Enstitülüler 1960 yıllar sonucu İMECE dergisini 11 yıl boyunca çıkararak duruşlarını, düşüncelerini topluma sundular.Onlar, bitmeyen insanlaşma ve özgürleşme yolculuğunun hep en önünde oldular.

Sayın Başbakan Köy Enstitülerinin bu aydınlanma ve özgürleşme öyküsünü dilerim biliyordur.AKP iktidarının yaşamın her alanında din  eksenli çabalar içinde olduğu tüm çıplaklığı ile ortadadır. Sekiz yıllık eğitimi delme çabaları,TBMM’deki Mili Eğitim Komisyonu üyelerinin seçimi, İmam-Hatip Liselerini her bir fırsatta öne çıkarma çabaları, Milli Eğitim Bakanlığında liyakatı değil de ideolojik sadakatı öne çıkaran atamalar, dört eşlilik ile ilgili düşündürücü açıklamalar, TUBİTAK ile ilgili politikaları, uygulamaları ortadadır. Özellikle bu ülke aydınlarının yaklaşık 20 yıldır beklediği daha demokratik,özerk ve katılımcı bir üniversite beklentisinin, iktidarın üniversiteleri kendi amaçları doğrultusunda kontrol etmesi arzusu nedeniyle gerçekleşemediği gerçeği de ortada duruyor.AKP’nin düşünsel bir demokrasi ve aydınlanma  rönesansını yapamadığı gerçeği açıktır. Böyle olduğu sürece AKP ve Köy Enstitüleri düşüncesinin örtüşmesi olanaklı değil. Böyle bir anlayıştan bilimsel,laik,demokrat bir eğitim sistemi anlayışı çıkmaz. Köy Enstitüleri gibi ülkenin yüz akı olmuş kurumlar bu tür hazırlıksız ve içten olmayan açıklamalarla  dile alınmamalıdır.Köy Enstitüleri; ülkede özgür bireyi; sorgulayan, merak eden, kul olmayan ,üreten bireyi; aklını temel alan bireyi hedefledi. Eğitim sistemimize böyle öğretmenler yetiştirdi.AKP’nin böyle bir hedefi olabilir mi? Yakup Kepenek’in (Kepenek,1990:17-18) abece dergisinde yayınlanan "Köy Enstitülerini Algılamak" başlıklı yazısı tartışmalara katkı anlamıyla öğreticidir. "...Köy Enstitüleriyle ilgi tartışmaların, gerçekte, iki tarafı vardır.Taraflardan biri,nesnel ve bilimsel olanıdır,öbürü de tinsel ve bilimdışı kalandır.Nesnel ve bilimsel olanın yenik düşmüş görünmesine koşut olarak, kırsal kesimin bitmeyen sömürüsü ve ezilmişliği bizleri umutsuzluğa götürmemelidir.Uzun dönemde üstün gelecek olan, nesnel ve bilimsel  olandır…" Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu’nun (Yörükoğlu,1990:23-24) abece dergisinde kendisi ile yapılan bir söyleşide Köy Enstitüleri ile ilgili görüş ve düşünceleri Köy Enstitülerinin ne kadar güncel olduğunu ortaya koyması anlamında önemlidir. "…O günlerde 21 Köy Enstitüsünde uygulanan eğitim-öğretim, bugünkünden daha çağdaştı, daha gerçekçiydi ve daha demokratikti. Çünkü başta da belirttiğimiz gibi eğitimin hastalıklarından sıyrılmış taptaze ve capcanlı bir yaklaşım örneği idi Köy Enstitüleri. Yaşama dönük bir eğitim vardı orada. İşe dönüktü eğitim. Çocuk iş yaparken eğitiliyordu, eğitilirken de üretmeyi ve yaratmayı öğreniyorlardı. O havayı az da olsa ben de soludum. Babam Kızılçullu Köy Enstitüsünde öğretmendi…" Günümüzde eğitim sisteminin en önemli amacı yaşamın her alanında "neden?" sorusunu sorabilen, merak eden, üretken, sorgulayıcı, sanatla barışık özgür bireyi yetiştirme çabaları olmalıdır. Yaşanan ezberci eğitim sisteminin bu değişim ve dönüşümü sağlaması olanaklı değildir.Bu nedenle ailede, okulda, derneklerde, sendikalarda, siyasi partilerde ve yaşamın her alanında demokrasi kültürümüz içselleşen bir değere dönüşemiyor.Bir yaşam tarzı olamıyor.Laik ve demokratik Cumhuriyet söylemimiz içselleşemiyor.Yaşadığımız yüzyıla damgasına vuran küreselleşme olgusunun oluşturduğu dayatmalarla da bize özgü demokrat projeler yaşam bulamıyor. Demokrat bir toplum projesinin en önemli ayağı bu nedenlerle kapsamlı, eşitlikçi ve özgürlükçü eğitim reformu arayışları olmalıdır.Yeniden İmece dergisi bu tür çaba ve arayışların merkezinde olacaktır.Eğitim,demokrasi ve özgürleşme süreçleriyle ilgili Köy Enstitüleri gibi görkemli bir miras bu arayışlarda temel kaynak olacaktır.Cumhuriyetin 80.yılını kutladığımız bu günlerde yüreklerimizdeki ve beyinlerimizdeki eşitlik, adalet ve özgürleşmenin bitmeyen senfonisine yeni dizeler eklemek tüm ilericilerin gündemi olmalıdır.

 

 KAYNAKLAR:

1. KUT, D. (2000): Cumhuriyet’in 60.yılında Köy Enstitüleri, Ankara, Güldikeni Yayınları.

2. Radikal.(12.09.2003)

3. EYÜPOĞLU, S.(1967): "Köy Enstitülerini Anarken", Ankara, İmece Dergisi, Sayı:72, ss:5-6

4. TOPUZ, H; ÜNSAL, H.(1984): "Cumhuriyet’in Beş Dönemeci", İzmir, Sergi Yayınevi, ss:55-56 

5. KANAR, H.(2003): Köy Enstitüleri ve Yeni Arayışlar, İzmir, Yeni Kuşak Yayınları, ss: 11-12

6. AKÇAM, A.(2003): "Kafdağının Ardı", Ankara Arkadaş Yayınları, ss:243

7. TONGUÇ, E. (1997): "Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç", Ankara, Güldikeni Yayınları, Birinci ve İkinci Kitap

8. FIRTINA, B.(2003): "Usta Öğreticiler", İzmir, Gömeç Belediyesi Kültür Yayınları. 

9. TÜRKOĞLU, P. (1969): "Öğrencinin Yönetime Katılması ve Köy Enstitüleri", Ankara, İmece Dergisi, Sayı:97, ss.15-16

10. KAPLAN , M. (2002): "Aydınlanma Devrimi ve Köy Enstitüleri", Ankara, TC Kültür Bakanlığı-Kültür Eserleri, ss:253-257

11. KEPENEK,Y.(1990): "Köy Enstitülerini Algılamak",abece Eğitim, Kültür ve Sanat Dergisi, 49, ss.17-18

12. Atalay Y.(1990): "Ruh Sağlığı ve Köy Enstitüleri", abece Eğitim, Kültür ve Sanat Dergisi,50, ss.23-24

 

 

 

Prof. Dr. Kemal Kocabaş

 

Ortaklar Köy Enstitüsü'nden İlköğretmen Okulu ve Anadolu Öğretmen Lisesine...

Bir Cumhuriyet Okulu Öyküsü

 

Yeniden İmece 2.sayı, Şubat 2004

 

Bu yaz Ortaklar’ ı gezdim

Gezmez ola görmeseydim

Dökülmüş gülüm, nergisim

Yeller esmiş Tonguç Baba

Hani benim çiftliklerim

İşliklerim, dersliklerim

Sızladı yüreklerim

Baykuş konmuş, Tonguç Baba

 

Oktay Akbal Cumhuriyet gazetesinde 16 Nisan 2002 tarihli köşesinde Köy Enstitülü şair Nebi Dadaloğlu’ nun yukarıdaki dizelerine yer veriyordu (Akbal, 2002). Dizeler, bir Cumhuriyet Okulunun görkemli bir geçmişten günümüze kalan hazin öyküsünü anlatıyordu.

Derginin bu sayısında Ortaklar Köy Enstitüsünden, İlk Öğretmen Okuluna ve Anadolu Öğretmen Lisesine giden  yaklaşık  58 yıllık yolculuktan kesitler aktarmak istedim. Bu yazı ayrıca, Kızılçullu Köy Enstitüsü öğrencisi olarak arkadaşlarıyla beraber yapım imecesine katılan bir babaya, 1967-1972 yılları arasında İlköğretmen Okulu öğrencisi olma onurunu ve arkadaşlarımla beraber ilk gençlik dönemlerinin tüm güzelliklerini yaşadığımız, beraber büyüdüğümüz bu mekânlara gecikmiş bir görevin yerine getirilmesi gibi anlamlar taşıyordu benim için.

30 Ekim  1937 tarihinde şimdiki adı şirinyer olan Buca-Kızılçullu’da Amerikan Koleji olarak yapılan mekânlarda Köy Öğretmen Okulu ve Eğitmen Kursu açıldı. 1940 yılında bu mekânlarda Kızılçullu Köy Enstitü’sü öğretime başladı. Enstitü kente çok yakındı ve tarıma uygun arazilere sahipti. Diğer Enstitülerde öğrenciler kendi sınıflarını, yemekhanelerini, yatakhanelerini kendileri yapmışlardı. Kızılçullu Köy Enstitüsünün kuruluş aşamasında ve işleyişinde diğer enstitülere göre farklılıklar vardı. Kızılçullu Köy Enstitüsü müdürü Emin Soysal, Tonguç’un Köy Enstitüleri Sistemine daha çok bir öğretmen okulu anlayışıyla yaklaşıyordu. Çoğu kaynakta belirtildiği gibi yaklaşımları Tonguç’un "İş Eğitimi" anlayışıyla çelişiyordu (Kirby, 141-207, Türkoğlu, 533-543). Bakanlık üst düzey yöneticileri arasında ve özellikle Yüksek Köy Enstitüsü öğrencileri arasında bu düşünce ayrılıkları belirgin bir şekilde yaşanıyordu. Tartışma Köy Enstitüleri ailesinde  Çifteler-Kızılçullu ikilemi yaratmıştı.Yaşanan bu süreç Temmuz 1942’de Emin Soysal’ın görevden alınmasıyla bir başka aşamaya geldi. Bu yazıyı hazırlarken Kızılçullu’ya çok yakın Ortaklar’da yeni bir Köy Enstitüsü açma nedenini merak ettim. Acaba başlangıçta Köy Enstitüsü olarak seçilen Kızılçullu’nun sonraki yıllarda Köy Enstitüsü için çok uygun bir yer olmadığı yargısı mı?, Yoksa Kızılçullu’da farklı bir şekilde geliştiği öne sürülen Köy Enstitüsü modelini yeniden iyileştirme arzusu muydu? Yoksa amaç gerçekten yeni bir Köy Enstitüsü açmak mıydı? Bu sorunun yanıtlarının eğitim tarihçileri açısından ilginç olacağı kanısındayım.

Başka bir Enstitü açmak fikri olgunlaşmıştı. Aydın yöresinde yeni bir Enstitü kurma arayışları başladı. Aydın Milli Eğitim Müdürlüğü 18.05.1943 tarihli yazısında merkeze bağlı Kocagür ve Germencik Ömerbeyli köyleri öneriliyordu (Tonguç, 1997: 29). Kızılçullu Köy Enstitüsü müdürü Hamdi Akman, 23.11.1943 tarihli yazısında seçilecek yerle ilgili olarak "köysel toplumsal havanın da estiği bir yer olması " gerekliliğini ifade ederek Ortaklar’ı öneriyordu. Ortaklar Köy Enstitüsü’nün temeli 16 Ağustos 1944 yılında atılır. Enstitü için ayrılan 2800 dekarlık arazinin büyük bir kısmı çorak, bataklık ve ziraata uygun değildi. 1945-1946 döneminde öğretime başlanır. Kızılçullu’dan alınan öğrencilerle beş sınıf birden oluşturulur ve 1946 yılında ilk mezunlar verilir. Okuldaki inşaatlar başlangıçta Kızılçullu Köy Enstitüsü öğrencilerinin yoğun emeği ile başlar ve 1962 yılına kadar 33 birimin inşaatı tamamlanır (Köy Enstitüleri I-II, 306). Aksu Köy Enstitüsü Müdürü Talat Ersoy Kızılçullu’ya, Kızılçullu Müdürü Hamdi Akman Hasanoğlan’a  eğitimbaşı ve öğretmenliğe, Kızılçullu öğretmenlerinden Hayri Çakaloz da  Ortaklar Köy Enstitüsü Müdürlüğüne getirildi (Tonguç. 1997,187). O dönemin en önemli bilgilerini İsmail Hakkı Tonguç ve Enstitü müdürleri arasındaki  mektuplardan öğrenebilmekteyiz. Tonguç, 6.11.1945 tarihinde Aksu Köy Enstitü Müdürü Talat Ersoy’a yazdığı mektupta "… Kızılçullu’nun öğrencilerinden 300-400 çocuğu Ortaklar’a nakil ederek oraya da tam istiklal veriyoruz. Hayri Çakoloz’u da Ortaklar’a müdür yapıyoruz… Çok çok gözlerinden öperim, yeni vazifende de başarılara bürünmeni rica ederim…" (Tonguç, 1976: 174). Yine Tonguç, 10.11.1945 tarihinde Kızılçullu Köy Enstitüsü Müdürü Hamdi Akman’a yazdığı mektupta "Kardeşim Hamdi,… Ortaklar’a Hayri Çakoloz’u Müdür yaptık. İki Enstitünün nasıl ayrılacağını resmi emirle bildiriyoruz. Bu işi babaca yaptıktan sonra Ankara’ya gelirsin… Çok çok gözlerinden öperim kardeşim" (Tonguç, 1976: 175). Tonguç 22.4.1946 tarihinde Hayri Çakoloz’a yazdığı mektupta da "Kardeşim Hayri, … Yeni bir müesseseyi kurmanın kolay iş olmadığını sen de teslim edersin… Köy Enstitülerinin kuruluşunun yıldönümü dolayısıyla duyduğunuz hislere katılarak ben de sizinle beraber bu kutsal günün iyi şartlar içerisinde uzun yıllar tekrar tekrar yaşanmasını dilerim. Bütün arkadaşların gözlerinden öper, sana yeni işinde başarılar, sabır ve tükenmez kudret, sıhhat dilerim." ifadeleriyle kuruluş sürecini yönlendirerek izliyordu (Tonguç, 1976: 225). Ortaklar imecesi başlamıştı artık.  Ortaklar Köy Enstitüsünün ilk öğrencilerinden Bahattin Uyar, Enstitü müdürü Hayri Çakaloz’un öğrencilere yazdığı kabul mektubu üzerine "Enstitüye Çağrı" şiirindeki duyguları 1946 yılındaki koşulların, duyarlılığın dizelere yansıyan bölümüydü (Uyar, 2003).

 

Bu topraklar seni bekler yavrum

Bu yapraklar seni

Bu bozkırlar seni bekler yeşermek için

Uzat ellerini…

şu Adabelen tepesi var ya

şu bataklık, şu sinek, şu sıtma

Hepsi seni bekler yavrum

Bunlardan kurtulmak için çağırdım seni

Koş gel yanıma

Uzat ellerini

 

O dönemlerde hiçbir yapı için ciddi anlamda plan-proje çalışmaları yokken Köy Enstitüleri yapıları için mimarlar arasında yarışmalar düzenlenmişti. 25 Ağustos 1940 tarihli Ulus Gazetesinde konuya ilişkin ayrıntılı haberde  "Bu yıl mimarlarımız için pek önemli faaliyet mevzuu ortaya çıktı: Maarif Vekilliğince müsabakaya konulan Köy Enstitüleri binalarının avan projeleriyle vaziyet planlarını hazırlama işi..." satırları yer alıyordu (Yalçın, 2001: 302-305). Yarışmaya katılan projeler, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç başkanlığında aralarında mimar, mühendis ve bakanlık üst düzey eğitimcilerinin bulunduğu bir jüri tarafından değerlendiriliyordu. Mualla Eyuboğlu o dönemlerde Hasanoğlan’da mimar-öğretmen olarak çalışıyordu. Hasanoğlan’ daki amfi-tiyatro onun eseriydi. 

 Ortaklar Köy Enstitüsü, Ortaklar-Söke karayolunda ve Ortaklar’dan 2 kilometre uzaklıkta çoğu ziraate uygun olmayan bir arazi üzerinde kuruldu (Köy Enstitüleri I-II, 2003). Enstitü mimarlık projesi Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun kız kardeşleri Mualla Eyuboğlu tarafından hazırlanmıştı. Mualla Eyuboğlu o dönemlere ilişkin olarak şunları söylüyordu. "Gitmediğim Köy Enstitüsü yoktu. Anadolu’nun neresinde ihtiyaç varsa bana bildiriliyor. Ben de Maarif Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan mimar öğretmen sıfatıyla oraya gidiyorum. Sırasıyla 21 Köy Enstitüsünün kuruluşuna ya da tamamlanmasına katıldım… Edirne’de Kepirtepe Köy Enstitü’sünde, İzmir’de Kızılçullu                                                  Köy Enstitüsü’nde çalıştım. Aydın yakınındaki Ortaklar Köy Enstitüsü’nü ben kurdum… Ortaklar’da Köy Enstitüsünü kurduğumuz yerde Karakova bataklığı vardı. Orada zehirli sıtma kaptım. Sıtma çok sık görülen bir hastalıktı o zamanlar. Koca koca adamlar aniden sararıp solar, birdenbire devrilirlerdi sıtma yüzünden… 1947’de hastalandım… Hakiki bir eğitim seferberliği yaşadı Türkiye. Devlete hiç yük olmadan…" (Çandar, 2003). 

Yıl 1967. O yıllarda İlköğretmen Okulları 3 ve 6 yıllıktı. 6 yıllık olanlar, Köy Enstitülerinden İlköğretmen Okullarına dönüştürülmüş olanlardı. Öğretmen Okulları o yılların parasız yatılı en çok tercih edilen okullarıydı. Köyümüzde ortaokul yoktu. Aynı zamanda öğretmenimiz olan babam, çoğu Köy Enstitülü öğretmen gibi; bizleri bu okullara yerleştirmek için olağanüstü çabalar gösteriyordu. İlkokul 3 bitiminde hazırlıklar başladı. Abim, Gönen İlköğretmen Okulunu kazanmıştı. O yıllarda Muğla bölgesi öğrencileri Gönen’e giderdi. Bu okullara girmek çok zordu. İki basamaklı sınav yapılıyordu. İlk sınav ilçemizde olmuştu. Daha sonra ikinci sınav Ortaklar İlköğretmen Okulu’nda yapılacaktı. Sıkı bir şekilde yapılan yazılı ve sözlü sınavı Ortaklar ikincilikle kazanmıştım. 11 yaşındaydım ve aileden ilk kopuşumdu. Yeni bir çevre, yeni bir yaşam başlıyordu. Okul  çoğu tek katlı binalardan oluşan düzenli bir yapıdaydı. Kütüphanesi, derslikleri, atölyeleri, müzik-resim salonları, işlikleri, reviri, yatakhaneleri, spor alanları, tarım bahçeleri, sinema salonları, pamuk tarlaları, lojmanları ile modern bir yerleşkeydi. Binalar Kızılçullu Köy Enstitüsü öğrencileri tarafından yapılmıştı. Babamın ve arkadaşlarının yapımında emeği olan iş atölyesinde, Kızılçullu’dan onların öğretmeni olan Sayın  Mehmet Sinter, Nihat Resne bizlerin de iş bilgisi öğretmenleri olmuştu. Bir gelenek sanki kuşaktan kuşağa değişimle taşınıyordu. Ortaklar İlk Öğretmen Okulu’nda Köy Enstitülerini kapatanlara rağmen Enstitü alışkanlıkları, gelenekleri, kazanımları sürüyordu. İş içinde eğitim ilkesinin ortadan kalkmasına, ağırlıklı bir ezberci eğitime rağmen gelenekler yaşanıyordu. O mekânlar; o geleneğin yaşanması için tüm olumsuzluklara ve karşıtlıklara rağmen sanki direniyordu.

Okulun ilk açıldığı iki ay  boyunca büyük bir coşkuyla, türkülerle okulun pamuk tarlalarında pamuk toplanırdı.Tarım derslerinde okulun sebze bahçelerinin bakımı yapılırdı. Yemekhane nöbetlerinde yemeklerin dağıtımı, temizliği, dersliklerin, salonların, yatakhanenin, çevrenin temizliği ve bakımı öğrenci sorumluğunda yapılan işlerdi. Günlük yaşam tam bir imeceydi. Köy Enstitü’lerinin öğretim programında yabancı dil dersleri vardı. İlköğretmen Okullarına dönüştürüldüğünde programlarda yabancı dil dersleri yoktu. Köy çocuklarına yabancı dil öğretilmesi uygun görülmemişti. Ortaklar’da ancak 1970-1971 öğretim yılında bizler Lise 1 öğrencisi iken yabancı dil dersleri konulmuştu. 1971-1972 Öğretim yılında İlköğretmen Okullarında öğretim süresi 7 yıla çıkarıldı.   1946 yılı Köy Enstitü’lerinin temel ilkelerinin ortadan kaldırılmaya başladığı bir dönemdir. Bu gerileme sürecinin sonunda 1950-1951 öğretim yılında karma eğitime son verilmişti. Oysa ki Tonguç tüm Köy Enstitü müdürlerine yazdığı mektupta "…Kurumlarımızdaki kız öğrenci işi pek çok emeğimizi harcamamız gereken çok ciddi, önemli büyük bir davadır. Kızları bir yana, erkekleri bir yana ayırarak kurumu kafes haline getirmek asla doğru değildir…" diyerek karma eğitim ile ilgili çağdaş öngörülerini dile getiriyordu (Tonguç, 1976: 36). Ortaklar İlköğretmen Okulu’nda parasız, yatılı- karma eğitim, bu geri ahlakçı anlayış nedeniyle ancak 1962-1963 öğretim yılında tekrar yaşama geçiyordu. İlköğretmen Okullarında Köy Enstitülerindeki kadar olmamasına rağmen müzik, resim, beden eğitimi dersleri çok önemsenen derslerdi. Köy Enstitülerindeki öğrencinin gelişiminde ve özgürleşmesindeki eğitim-sanat anlayışı bu okullara taşınmıştı. Ortaokul 3 sonrası resim ve müzikte iyi olan seçilmiş öğrenciler, Ankara ve İstanbul’da bulunan İlköğretmen Okullarının müzik-resim seminerlerine gönderilirdi. Bu yolla çok sayıda köy kökenli yetenekli resim ve müzik öğretmenlerinin yetişmesi sağlanmıştı. Köy Enstitülerinden İlk Öğretmen Okullarına kalan en önemli miraslardan birisi de öğrenci örgütü seçimleriydi. Tam bir demokrasi şöleniydi yaşananlar. Geriye doğru baktığımda görüyorum ki; öğrencinin yönetime katılması, okul yaşamında karar sürecine ve işleyişine  katılması eğitim tarihimizde ilk kez Köy Enstitülerinde ve sonra kısmen İlköğretmen Okullarında yaşanmıştır. Bu kazanımı içselleştirerek, geliştirerek günümüze ne yazık ki taşıyamadık. Basından son günlerde YÖK tarafından hazırlanmakta olan yasada öğrencilerin yönetime katılması konusunda çalışmaların olduğunu öğrenmekteyiz. Yasayı hazırlayanlar, eğitim tarihimizin bu özgün deneyiminden mutlaka yararlanmalıdırlar.  Folklor, zengin müzik etkinlikleri, 19 Mayıs gösterileri için yaklaşık üç ay süren hazırlıklar ve okulun spor alanında yaklaşık 700-800 kişi ile oynanan Aydın Zeybeği, trenle gidilerek 19 Mayıs’ta Aydın stadyumunda yapılan törenler, o dönemin bizlere sunduğu güzelliklerdi. Yaşadığımız bu süreçler şekillenmemizde çok önemli katkılar sağladı. Yaşamla barışık, demokrat, doğaya duyarlı, gelişim ve değişimden yana öğretmenler yetişiyordu Öğretmen Okullarından. Köy Enstitüleri geleneğini yok edememişlerdi. Yüksek Köy Enstitüsü geleneğinden yararlanarak 1959 yılında tekrar açılan ve 1978 yılında kapatılan Yüksek Öğretmen Okulları, köy kökenli Öğretmen Okulu öğrencilerinin yüksek öğretime açılan tek kapısıydı (Eşme, 2001). Liselere öğretmen yetiştirmenin özgün bir modeliydi. Pek çok arkadaşımla birlikte Yüksek Öğretime bu pencereden geçerek olanak bulabilmiştik. Günümüzde; geliştirilmiş  ders programlarına, bilim ve teknolojideki gelişmelere, lisans düzeyinde eğitim-öğretime rağmen yetişen öğretmenlerin  mesleksel nitelikleri, güdülenmeleri açısından  orta öğrenim düzeyindeki Köy Enstitüleri-İlk öğretmen Okulları çıkışlı öğretmenlerin mesleksel niteliklerinin gerisinde oldukları çok açıktır. Bu okullardaki Köy Enstitüleri geleneğinden gelen değişim ve dönüşümden yana çizgisi  nedeniyle 1970’li yılların ikinci yarısında gerici ve ırkçı çevreler bu okulları ele geçirme yarışına girdiler. 

Ortaklar İlköğretmen Okulu da ülkedeki bu gelişmelerden önemli bir şekilde etkilendi. 1974 sonrası politize bir yönetim ve ortam oluştu. 1974-1975 öğretim yılında lise 1. sınıftan başlamak üzere Öğretmen Lisesi’ne dönüştürülmüştür. 17 Aralık 1975 tarih ve 30645 sayılı bakanlık kararı ile 19 Ocak 1976 tarihinde okul bünyesinde sınıf öğretmeni yetiştiren 2 yıllık Eğitim Enstitüsü açılmış ve 15.6.1979 tarihinde kapatılmıştır. 1989-1990 öğretim yılından itibaren de Anadolu Öğretmen Lisesi adını almıştır. Okulun şimdiki Web sayfasından alınan bilgilere göre okulun Köy Enstitüsü  olarak açışından  İlköğretmen Okulu olarak son mezunlarını verdiği 1976 yılına kadar 3179 öğretmen mezun vermiştir.

1975 sonrası özellikle de 1980 sonrası yönetici olarak atananlar okulun Köy Enstitüsünden taşıdığı geleneklere yabancı hatta karşı olanlardı. Mekânlar terk edilmeye başlandı. Kaderleriyle baş başa bırakıldı. Yıllardır her tür spor ve folklor etkinliğinin yaşandığı spor alanının ortasına her tür estetikten yoksun, dört katlı bir bina yaparak yıllarca Köy Enstitüsü, İlk Öğretmen Okulu olarak eğitim sistemimize aydınlık Cumhuriyet Öğretmeni yetiştiren mekânlar büyük bir yalnızlığa bırakılmıştı. Bugün Ortaklar’da  öğrenciler için yaşam; sınav merkezli bir süreçle 4 katlı bu bina ile sınırlanmıştı. 19 Nisan 2002 tarihinde yaklaşık iki yüz kişilik bir grupla  Ortaklar’a düzenlediğimiz gezide yaşadıklarımız ürkütücüydü. Sınıflar, müzik, resim salonları darmadağınık, müzik salonunda hepimizin müzik eğitiminde özel bir yeri olan kuyruklu piyano atılmış, Atatürk anıtının büstü alınmış, okulun geçmişine ilişkin atılmış belgeler, idare binasının bacaları yıkılmıştı. Geziye katılanlar büyük bir üzüntüyü ve acıyı yaşadılar o gün Ortaklar’da. Aydınlanmacı Cumhuriyet kurumları mekãnsal anlamda da yok edilmek isteniyordu. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği yayınladığı bir bildiri ile bu  durumu kınadı ve ilgilileri bu mekânların korunması konusunda duyarlılığa çağırdı (Cumhuriyet, 2002). Sayın Oktay Ekinci, Cumhuriyet’te yazdığı makalede "… Sanki bazı güçler Köy Enstitülerinin  sadece tarihte kalması ve eğitim politikalarının belirlenmesinde asla esin kaynağı olmaması için neredeyse özel bir gayret gösteriyorlar…" şeklinde  yazarak Köy Enstitüleri mekânlarının korunması ile ilgili duyarlılıkları öne çıkarıyordu (Ekinci, 1999). Artık oralarda başka okullar vardı. Geçmişi ile barışık olmayan, geleneğine bağlı kalmayan, binaların yapımındaki Köy Enstitülü öğrencilerin emeğini korumayan, çevre duyarlılığını hiçe sayan, kültürel miras sorunsalı taşımayan bir okul. Güllerin açmadığı, türkülerin duyulmadığı, imecenin yaşanmadığı, evrimin tamamlanamadığı bir okul.

Siyasi iktidarın eğitim politikaları bu tartışmalarda taraf. Politikalarında bu ülkenin aydınlık Cumhuriyet gelenekleri yok. Okulları satmak biçiminde bir anlayışa sahip. Yoksul halk çocuklarını çoğu tarikat okulu olan özel okullarda okutmak gibi bir anlayışları var. Okul satmak bir belleği, bir geleneği yok etmektir. Bu yazıyı yazarken, gelinen noktaları satırlara dökerken okuluma taşıdığım ayniyet duygusu nedeniyle yaşadığım acıyı ifade edemem. Köy Enstitüsü mekânları bu ülkenin aydınlık geçmişinin simgesel mekânlarıdır. Bu mekânlar mutlaka akılcı bir şekilde değerlendirilmeli ve korunmalıdır. Kendi kendilerine yıkımları seyredilmemelidir. Sayın Yıldız Keskin’in "Devrim Mimarisi Olarak Köy Enstitüleri: Devrim Mimarisinin Ontolojisine Giriş" başlıklı doktora çalışması sürecinde Mimarlar Odasının çabalarıyla bu mekânların korunmasına yönelik olarak Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünce verilen karar  olumlu bir adımdır. Ancak bu mekânlar akılcı bir anlayışla değerlendirilmezse korumanın anlamı kalmayacak, kendiliğinden yıkımı gelişecektir. Ortaklar’daki bu mekânlar da İzmir 2 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 6.6.2000 gün ve 9450 sayılı kararıyla "korunması gereken Kültür Varlığı" olarak tescil edilmiştir. Sayın Mehmet Başaran, 18.04.2000 tarihinde "Köy Enstitüleri Korumaya Alınıyor mu?" başlıklı yazısında, "…Cumhuriyet döneminin eğitim yapıları!... Her biri umudun, sevginin, özlemin harcıyla yükselen yapılar… Her biri kardeş enstitü ekibinin eseri… Eğitim kurumlarını koruyamadık, bari ayakta kalanları sahip çıkabilsek…" diye yazarak Yıldız Keskin’in çabaları sonucu oluşan umudu paylaşıyordu satırlarında (Başaran, 2000). Bu kurumlar eğitim müzeleri, eğitim merkezleri veya en yakın üniversitenin eğitim fakültelerine bırakılmalıdır. Böylece ilerici bir eğitim geleneği yaşatılmış olur. O mekânlarda eğitim görecek çocuklar o mekânların yapılmasındaki yoğun emeği, yoğun yurtseverlik duygusunu, insan-sanat ve demokrasi merkezli eğitim anlayışını solusunlar. Siyasi iktidarın böyle bir kaygı taşımadığı çok açık ama ülkeyi insan merkezli politikalarla yönetme iddiasında bulunan sosyal demokrat partilerin çok kapsamlı özgün bir eğitim reformu için çok hazırlıklı olmaları gerçeği ortada durmaktadır. Ortaklar İlköğretmen Okulu çıkışlı arkadaşım Meltem Gürbüz Arda’nın "Seni Özledim Adabelen" şiirindeki dizeleriyle Ortaklar imecesine katkı koyan tüm güzel insanları saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Arda, 2002)

 

Seni Özledim Adabelenim

Ana kucağındaki hasret bir çocuk gibi…

şimdi seninle olmak vardı

Yılların ötesinde…

Seni çok özledim

……………….

Sende kaldı çocuksu düşlerimizin, ilk gençlik heyecanlarımızın büyüsü

Sende kaldı ilk aşklarımızın büyüsü

Yine sende kaldı

Bitmeyecek dostluğumuzun türküsü

 

KAYNAKLAR

1. Akbal, O. (2002): Cumhuriyet Gazetesi(16.04. tarihli)

2. Kırby, F. (2000): Türkiye’de Köy Enstitüleri,Ankara, Güldikeni Yayınları

3) Türkoğlu, P. (2000): Tonguç ve Köy Enstitüleri", İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

4. Tonguç, E (1997): Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı II, Ankara, Güldikeni Yayınları

5. Tonguç, İ. H (1976): Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları, İstanbul,  Çağdaş Yayınları

6. Uyar, B (2003): Öğretmen Dünyası, Nisan, Sayı:24 

7. Kaya, Y. (2001): Bozkırdan Doğan Uygarlık KÖY ENSTİTÜLERİ, İstanbul , Tiglat       Matbacılık A.Ş

8) Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı (2003): Köy Enstitüleri I-II, Ankara

9) Çandar, T. (2003): Hitit Güneşi Mualla Eyuboğlu Anhegger, İstanbul,Doğan  Kitapçılık A.Ş

10) Eşme, İ. (2001):Yüksek Öğretmen Okulları, İstanbul ,Bilgi Başarı Yayınevi 11) Cumhuriyet Gazetesi,(2002), 21.05.tarihli

12) Ekinci, O. (1999): Cumhuriyet Gazetesi (10.06 tarihli)

13) Başaran, M. (2000): Cumhuriyet Gazetesi (18.04 tarihli)

14) Arda. M. G. (2002): Adabelen Eğitim-Kültür-Edebiyat-Sanat-Aktüel Dergi, Sayı1, Sahife 17-18

Kısaca YKKED

“Bizler, Cumhuriyetimizin en önemli eğitim projesi olan Köy Enstitüsü çıkışlılarının, kurucularının, çalışanlarının yakınları olarak yan yana gelip.