Kemal Yalçın Ustam Fakir Baykurt ile anılar Aralık 2003, S.1

Yıllar ne çabuk geçiyor... 11 Ekim 1999 günü aramızdan ayrılıp gitti Fakir Baykurt sonsuzluklara... İnsan yaşarken hiç ölmeyecekmiş gibi geliyor. Kaybettiklerimizin ardından bakarken, birlikte olduğumuz saatlerin, günlerin anıları geliyor gözümüzün önüne. 

Fakir Baykurt’la tanışmamızın temelinde aynı okulda okumuş olmamız yatıyor. O, Isparta Gönen Köy Enstitüsü’nde okumuştu. Ben de Köy Enstitüsü’nün devamı olan Gönen Öğretmen Okulu’nda okudum. İkimiz de Gönenliyiz... Aramızda 24 yaş fark var. Gönen yıllarında, bizler Fakir Baykurtların inşa ettiği binalarda ders gördük, onların getirdiği sulardan içtik. Fakir Baykurtların kitaplarını okuyarak kendimize yön çizmeye çalıştık. Fakir Baykurt, bizim dönemin Gönenlilerine örnek oldu, hedef oldu, sembol oldu.

Fakir Baykurtların diktiği çamların altında ya da  onların oturduğu tahta sıralarda "Mütalaa saatlerinde" "Yılanların Öcü"nü, "Irazca’nın Dirliği"ni vb. su içer gibi okurduk. Tüylerim diken diken olurdu. "Yılanların Öcünü" almaya, Fakir Baykurt gibi, Fakir Baykurtlar gibi romanlar yazmaya söz vermiştim kendi kendime. 

Gönen Öğretmen Okulu, 1965’lerde örnek bir öğretmen okulu, örnek bir kültür kaynağı idi. Müthiş bir yurt sevgisi, sınırsız bir öğrenme aşkı vardı öğrencilerde. Öğretmenler de seçkin, özverili, bilgiliydi.

Sofokles’in "Kral Oidipus" adlı oyununu öğretmen ve öğrenciler birlikte sahnelemiştik. Beethoven’nin, Mozart’ın, Ulvi Cemal Erkin’in, Ferit Alnar’ın senfonilerini ilk kez Gönen’de Müzikhanedeki derslerimizde dinlemiştim.

Yemekhanemizin, yatakhanemizin, dersanemizin duvarlarını Picasso’nun, Van Gogh’un, Miro’nun, İbrahim Çallı’nın vbg. tablolarının öğrenciler tarafından yapılmış kopyeleri süslerdi. (2003 yılı Ağustos başlarında Gönen’e uğradım. Gönen’i Gönen yapan tüm değerlerin yok edildiğini üzülerek gördüm.)

Gönen Öğretmen Okulu çok sayıda gerçek öğretmen, bilim adamı, yazar, şair, araştırmacı, yönetici, sendikacı, politikacı, doktor, işadamı yetiştirdi.

Fakir Baykurt, hepimizin öğretmeniydi.

Fakir Baykurt’la ilk kez 1975 yılı Temmuz ayında Ankara’da yapılan Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) Genel Kurulu’nda tanıştım.

Fakir Baykurt ve Cemil Çakır TÖB-DER yönetimine aday grupların genel başkan adaylarıydı. Ben Cemil Çakır’ın listesindeydim. Seçimleri az bir oy farkı ile bizim liste kazandı.

Genel Kurul Salonu’ndan ayrılırken Fakir Baykurt’la karşılaştım:

"Haydi bakalım Gönenli! Bu seçimi kazandınız! Sizi kutlarım... Başarılar dilerim!" dedi. 

"Tecrübeleriniz ve düşünceleriniz bana ve grubumuza yol gösterecektir." dedim.

"Başın dara düştüğünde, ihtiyaç duyduğunda her zaman gelebilirsin."

"Sağ olun Hocam!"

Saygıyla elini sıktım.

TÖB-DER Genel Kurulu ve seçimler sona erdi. Genel Yönetim Kurulu ilk kez toplandı. Görev bölümü yapılacaktı. Daha ilk toplantıda farklılıklar, farklı grupların art niyetleri ve dar görüşlü siyasal hesapları ortaya çıktı. 

Bu siyasal grupçu anlayışlar TÖB-DER’in çalışmalarına yansıdı. Öğretmenlerin mücadelesini zayıflattı.

1976 Temmuz ayında Olağanüntü Genel Kurula gitme zorunda kaldık. Gruplaşmaların, grupçu anlayışların doruğa çıktığı bir dönemdi. TÖB-DER’in bütünlüğünü ve öğretmen mücadelesinin ortak çıkarlarını korumak temel sorundu.

TÖB-DER’in birliğini, bütünlüğünü Fakir Baykurt’un sağlayacağını düşünenlerin sözcüsü olarak birkaç arkadaşımla birlikte Fakir Hoca’nın evine gittik. Kedisine TÖB-DER Genel Başkan Adayı olmasını teklif ettik.

Tek tek görüşlerimizi dinledi. Kendi kaygılarını dile getirdi. Kazanma ihtimali zayıf görülüyordu.

"Öneriniz için çok teşekkür ederim. Örgütlemeye çalıştığınız grubun durumu geçen yıla göre zayıf görülüyor. Ben kaybedeceğim kumara girmem! Lütfen beni anlayışla karşılayın!"

Gerçekten de Genel Kurul’da bizim karşımızda olan grup seçimleri kolayca kazandı.

1976-1980 dönemi Türkiye’nin en karanlık, en karışık, en umutlu, en kanlı geçen günleriyle doluydu.

Fakir Baykurt ile uzun zaman hiç görüşemedim.

Aradan 13 yıl geçmişti. Köprülerin altından çok sular akmıştı. Fakir Hoca ile

1989 yılı Mart ayında Almanya’da yeniden ilişki kurdum. Kendisini, Dayanışma Girişimi olarak Bremen’e okuma gününe davet ettik.

Okuma günü, Neue Vahr Mahallesi Kitaplığı’nda yapıldı. Fakir Hoca ile iki gün beraber oldum.

Bu beraberliğimiz zamanla gelişti. Benim açımdan, aramızda usta çırak ilişkisi oluştu. 1989’dan, aramızdan ayrıldığı 11 Ekim 1999’a kadar sık sık görüştük. Birlikte yolculuklar yaptık. Ben onun okuma günlerine katıldım. Çeşitli yerlerdeki konuşmalarını dinledim.

Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Grubu üyesi olarak sekiz yıl, Duisburg Halk Yüksek Okulu Edebiyat Kahvesi üyesi olarak da on yıl Fakir Baykurt’un yönettiği edebiyat işliklerinde yer aldım.

Bir edebiyat ürünü nasıl yaratılır? Roman, öykü, şiir, makale, deneme nasıl yazılır? Bunları esas olarak Fakir Baykurt ustamdan öğrenmeye çalıştım. fiiirlerimi, yazılarımı, romanlarımı, öykülerimi yayınlanmadan önce ona sundum. Çok az zamanı vardı. Buna rağmen bana zaman ayırdı. Bir makalemin üç sefer düzeltmesini yaptı. Yaptığım yanlışları sabırla anlattı, hiç usanmadan beni dinledi. Yazım ve anlatım hatalarını hiç kabul etmezdi. –ler, -lar çoğul eklerinin çok dikkatli, yerinde kullanılmasını isterdi. 

"Türkçenin büyük ustası Nazım Hikmet’e bak! Kuvayı Milliye Destanı’nda ‘Ayın altında kağnılar gidiyordu’ diyor, ‘Ayın altında kağnılar gidiyorlardı’ demiyor. Türkçede özne çoğul olduğunda, her zaman yüklem çoğul olmaz." Halk türkülerine bak. Karacaoğlan’ın Türkçesini incele. Dil su gibi akar. fiiirlerinde, romanlarında, yazılarında dil su gibi akmalı..." derdi. 

"Emanet Çeyiz", "Bilim Tutkusu" ve " Seninle Güler Yüreğim" adlı romanlarımın hazırlığında, kurgusunda bana yol yordam gösterdi. Yazımlarında bana şevk verdi. Çalışma, araştırma ve yazma yöntemlerini esas olarak Fakir Baykurt ustamdan öğrendim.

Beni sık sık uyarırdı:

"Aklına güvenme. Unutursun! İnsan unutkandır. Cebinden kağıt ve kalem eksik etme. Duyduğun ilginç bir sözü, deyimi hemen yaz. Roman, öykü olabilecek konuları, aklına geliveren bir dizeyi hemen not et. Bakarsın bir cümle bazen bir roman; bir dize de güzel bir şiir olur."

Fakir Baykurt’la önemli konuşmalarımızı günü gününe not ettim. Önemli toplantıların tutanağını tuttum. Arşivinin bir kısmını; "Kemal Abem, belki bir gün bunlar sana lazım olur! Al bunları sakla!" diyerek bana verdi. Bu arşivi, çeşitli yer ve zamanlarda çektiğim Fakir Baykurt’un yüzlerce fotografını, kasetler dolusu kanuşmalarını titizlikle saklıyorum. 

Elimdeki Fakir Baykurt Ustam ile ilgili günlüklerime, tutanaklara, notlara bakıyorum. O günler canlanıyor yeniden...

 

11 Eylül 1994

Fakir Baykurt ile Duisburg’da Ren Nehri kıyısında yaptığımız gezintinin notları:

Yağmurlu bir gündü. Oberhausen’deki Ortadoğu Yayınevi’inden, Fakir Hoca’nın yeni kitabının "Gazi Eğitim Yılları" bölümünü getirdim.

Fakir Hoca, gezintimiz boyunca Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Genel Başkanı olarak yaptığı çalışmaları, roman yazma uğraşını anlattı. "Tırpan"ı beş yıl düşündükten sonra, bir eve kapanıp 29 günde yazdığını söyledi.

Bana çalışma ve yazma tekniklerini örneklerle anlattı. Bu konuda şunları vurguladı:

"Mutlaka çalışma planı yapmalısın. Dosyaları düzenle. Yazım için çalışma planı yap. Kendine günlük, haftalık, yıllık çalışma planı yap. Yaptığın planları çalışma odana as. Kendi kendine verdiğin sözleri kontrol et. Ayrıca ne yapacağına karar ver. fiiir mi yazacaksın; yoksa roman, öykü mü... Karar ver. Yalnızca şiirle olmaz. Tek çiçekle bahar gelmez. Bir şiir kitabıyla şair, bir romanla yazar olunmaz. Cümleleri iyi,anlaşılır, düzgün kur. Romanlarında, öykülerinde şiirsel bir anlatım olsun. 

Yazmak için acele etme. Yavaştan hızlı çalış!

Roman, öykü yazımında önceki yazarların çalışmaları, eserleri önemlidir. Reşat Nuri’nin  "Çalıkuşu" romanı olmasaydı Yaşar Kemal’in "İnce Memed"i olamazdı."

 

Herfort, 30 Aralık 1993

Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Grubu Toplantısında Fakir Baykurt’un "Roman ve roman yazma" konulu seminer konuşmasından notlar:

"Edebiyatta yasaklar:

- Yapılmışı yapmayacaksın! Yani yazılmış romanlar gibi roman yazmayacaksın.

- Yazacaksın: Öncekilerden ayrı ve daha iyisini yazacaksın...

Roman hakkında bazı pratik bilgiler:

1. Roman zamanı, takvim zamanı değildir.

2. Romanda ruhsal çözümlemeler, kişiler, fikirler olacak. Hem de iyisi, çetini olacak. Ama bu çözümlemeler, fikirler ustaca olmalı. Sırıtmamalı. Bence romandaki fikirler elmanın içindeki vitamin gibi olmalı. Yalın bir bakışla elmanın vitamini görülemediği gibi, romanda işlenen fikirler de yalın bir gözle görülememeli. Romandaki fikirleri, kahramanlık yapmak için açık açık yazmamalı.

Romanda zaman:

- Tarihsel roman yazarken, tarih yazıyor gibi düşünmemelidir. Tarihsel roman tarih değildir. Tarihsel roman, konusunu tarihten alan romandır.

- Tarihsel romanla aktüel zamanda roman yazma arasında fark yoktur.

- Kronolojik zamana teslim olmak, romanda çok büyük yanlışlıktır."

 

21 Haziran 1994

Fakir Baykurt ile Duisburg’da Vedau Gölü kıyısında üç saat kadar süren bir yürüyüş yaptık. Temmuz ayında Yunanistan’a gidip, oradaki Anadolu Rumlarını arama, bulduğum insanlarla konuşma, konuşmaları teybe kaydetme ve sonra bunları romanlaştırma konularını uzun uzun anlattım. Bana önerilerde bulundu. Dikkat etmem gereken noktalarda beni uyardı. Kendi yazarlık serüveninden örnekler verdi.

"Teyp yaratıcılığı önler. Teyp beynin unutabileceği, farkedemeyeceği ayrıntıları kaydeder. Teypten çözerek romanlar yazılmıştır. Fakat bunlar roman değildir. Teyp, dinlemek, tekrar dinlemek, olayı kafada şekillendirmede yararlanmak için kullanılabilir. Konuşulan kişiler, konuşmalar çözümlenip yazıya döküldükten sonra yeniden yaratılmalıdır. Ancak böyle olursa, yazılan romanın sanatsal bir değeri olabilir. Konuşma ve görüşmeye dayanan romanlarda konuşmanın, görüşmenin ilk izlenimleri ve yaşantı birikimlerinin heyecanıyla yazıvermemeli... Düşünmeli, damıtmalı ve yaşanan olayı kafada yeniden yaratmalı." 

 

23 Haziran 1994

Fakir Baykurt 15 yıl aradan sonra Türkiye’ye, Düsseldorf Havaalanı’ndan döndü. O heyecanlı günün notları aynen şöyle:

"Fakir Baykurt’u, Türkiye sınır kapılarında hakkında tahditler olup olmaması epeyce meşgul etti. Mustafa Ekmekçi, Avukat Halit Çelenk, Avukat Halis Yıldırım Türkiye’ye giriş ve çıkışta Fakir Baykurt’un başına bir iş gelmemesi için yardımcı oldular. Dikkat çekmemek için Antalya’dan giriş yapmaya karar verdi.

Türkiye’ye dönme öncesinde tedirginliğini, heyecanını çalışarak, kendini çalışmasına vererek gideriyordu. Görünürde hep sakindi. Son günlerini "Özyaşam Öyküleri"nin düzeltmelerine verdi.

Kendini Türkiye’de hem dinlenme, hem de yoğun çalışma ve yeni romanlarını planlamaya hazırladı. "Deniz kenarında derin derin düşüneceğim." Diye özetledi düşüncesini.

Havaalanına Duisburg-Homberg’deki evinden saat 15.00’de hareket ettik. Arabada Fakir Hoca, Eşi Muzaffer Hanım ve benden başka kimse yoktu. Dönüşten kimseye haber verilmemişti. Fakir Hoca 15 yıl aradan sonra Türkiye’ye dönerken herhangi bir törensellik istememişti. Bu nedenle Düsseldorf Havaalanı’na kimse uğurlamaya gelmedi. Dönüşten sadece Ortadoğu Yayınevi Sahibi Hüseyin Çölgeçen ile yayınevi dizgicisi Mehmet Kaya’nın haberi vardı.

İkisi de havaalanına gelmişler. Fakat bizi bulamamışlar.

Benim gönlümden, Fakir Baykurt’u uğurlamaya beş on arkadaş, yılların dostu gelse iyi olurdu düşüncesi geçti.

Fakir Hoca ile Muzaffer Hanım’ın içinde bulunduğu uçak havalandı, akşam kızıllığın içine daldı, bulutların arasında kaybolup gitti.

Evime döndüm. Merakla gelecek telefonu beklemeye başladım. Gözüme uyku girmedi. Gece sabaha karşı telefon çaldı. Fakir Hoca parolayı verdi:

"Kemal Abem, yolculuğumuz iyi geçti. Antalya’da havalar güzel."

Sevgili ve değerli Ustam toprağın bol olsun! Nur içinde yatasın! Antalya’da havalar hep güzel olsun!

Almanya, 01 Ekim 2003 

 

 

 

 

Kemal Yalçın

 

Almanya'daki Eğitim Sistemine Genel Bir Bakış

 

Şubat 2004, S.2

 

Giriş

Yirminci yüzyıl, dünyada ve özellikle Avrupa’da belli bir ırkın, belli bir milletin, belli bir devletin ve belli bir ideolojinin egemenliğine, yüceltilmesine, tartışmasız doğruluğuna insanları inandırmayı ve şartlamayı ilke ve amaç edinmiş eğitim sistemlerinin çok büyük acılarının yaşandığı bir dönem oldu. 

Milliyetçi, ırkçı, ezberci, tekçi, dinci, anti-demokratik eğitim sistemlerinin topluma ve insanlara verdiği zararları giderebilmek; bu sistemlerle şartlanmış, bozulmuş beyinleri ve kirlenmiş toplum bilincini temizleyebilmek; sağlıklı düşünme ve tutarlı davranmaya yardımcı olabilmek için Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri İkinci Dünya savaşı sonrası sabırlı, bilinçli, bilimsel yoğun çaba harcadılar. Bu ülkeler insan beynini özgürleştirmek; bilimsel, kültürel, sanatsal üretimin önündeki milliyetçi, ırkçı, dinci, tutucu engelleri kaldırabilmek için araştırmalara, denemelere aralıksız devam ediyorlar. 

Bütün bu çabalara rağmen Almanya’da henüz Alman milliyetçiliği, Alman ırkçılığı yok edilemedi. Aşırı sağcı, neo-nazi siyasal ve ideolojik akımlar, hareketler, partiler sayılarının azlığına rağmen yabancı düşmanı, ırkçı eylemlerine devam ediyor.

Almanya Federal Cumhuriyeti Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nde, on beş yıldan beri, aralıksız sürdürdüğüm ilkokul, ortaokul, lise öğretmenliği ve üniversitedeki okutmanlığım sırasında edindiğim deneyimleri, gözlemleri, uygulamaları; özellikle Almanya’daki anadil eğitimini "Bilim Tutkusu", "Sınıfta Çiçek Zor Açar", "Almanya’da Türkçe Anadil Eğitimi ve Anadile Emek Verenler" adlarıyla yayınladığım üç kitapta genişçe işledim. Bu yazımda, Almanya’daki eğitim ve öğretim sistemini, genel bir bakış çerçevesinde özetlemek istiyorum.

Türkiye’de beş yıl lise felsefe öğretmenliği yaptım. 1975–1976 döneminde Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) Genel Yönetim Kurulu’nda görev aldım. Kırşehir, Nevşehir, Kayseri ve Niğde Bölge Temsilciliği yaptım. Türkiye ve Almanya’daki eğitim sistemlerini karşılaştırabilecek kadar yakından tanıyorum. Fakat bu yazımda karşılaştırma yapmayacağım. Bunu okuyuculara bırakıyorum.

 

1. Ön bilgiler:

Federal Almanya Cumhuriyeti, Hitler faşizminin yenilgisinden ve 8 Mayıs 1945’de kayıtsız şartsız tesliminden sonra, çeşitli uluslardan toplam elli milyon insanın ölümüne neden olmuş olan İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları üzerinde kurulmuştur. Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası, 23 Mayıs 1949 yılında kabul edilmiştir.

Hitler rejimini teslim alan Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve İngiltere aralarında anlaşarak Demokratik Almanya Cumhuriyeti ve Federal Almanya Cumhuriyeti adıyla iki ayrı sistem, iki ayrı devlet oluşturmuşlardı.

9 Kasım 1989’da iki devleti ayıran Berlin Duvarı yıkıldı. 3 Ekim 1990 günü iki Almanya devleti resmen birleşti. Başkent, Bonn’dan Berlin’e taşındı.

Federal Almanya Cumhuriyeti adından da anlaşılacağı gibi toplam on altı eyaletin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Yüz ölçümü 357 bin kilometre kare, toplam nüfusu 81 milyondur. Bu nüfusun yedi milyon kadarı göçmendir. Türkiye kökenli göçmenlerin sayısı 2,5 milyon dolayındadır ve bunların da 750 bin kadarı Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’nun izni ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından ayrılarak Federal Almanya Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmiştir. Bir bu kadarı da vatandaşlık değiştirmek için işlemlerinin bitmesini beklemektedir. Türkiye kökenli göçmenlerin yüzde altmışından fazlası Almanya’da doğmuştur.

Federal Almanya Cumhuriyeti’nde eğitim ve öğretim Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası’na ve tek tek Eyalet Anayasalarına dayanır.

Eğitim ve öğretim esas olarak eyalet hükümetlerinin denetim ve sorumluluğunda yürütülür.

Federal Almanya’da okula giden Türkiye kökenli göçmen öğrencilerin toplam sayısı 2003 yılında 525 bine ulaşmıştır.

Türkiye’den Almanya’ya işçi alımı 1974 yılında durdurulmasına rağmen, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra on binlerce siyasi mülteci Almanya’ya geldi. 1990 sonrasında ikinci ve üçüncü nesil göçmenlerin evlilik yaşına gelmesiyle birlikte Türkiye’den evlenmeler arttı. "İthal gelin" ya da "ithal damat" sayısı, yıllık ortalama otuz bini buldu. Dil bilmeyen, genellikle mesleği olmayan, kapalı aile ortamında ve "Türk mahalleleri"nde yaşayan "ithal gelinler"in çocukları dördüncü nesil olarak okula başlamış durumdadır. 

Türk mahallelerindeki ilkokullarda Türk öğrencilerin oranı yüzde altmış, yüzde yetmişlere çıkmış bulunuyor. Bu durum Almanya’daki eğitim ve öğretimde göz önüne alınması gereken önemli bir gerçekliktir. 

 

2. Federal Almanya’da eğitim ve öğretimde kullanılan temel kavramlar:

Federal Almanya’da eğitimi adlandırmak ve tanımlamak için "Alman Milli Eğitimi", "Alman Milli Eğitiminin Temel İlkeleri", "Alman Milli Eğitim Bakanlığı", "Alman Milli Eğitim Müdürlüğü" gibi isimler kesinlikle kullanılmaz. Çünkü "Alman Milli Eğitimi" kavramı ya da ismi Almanya’da yaşayan başta Türkler olmak üzere çeşitli uluslardan göçmenleri dışlar, toplumsal barışa zarar verir. Çünkü Almanya, Almanların değildir. Almanya, Almanya’da yaşayan çeşitli uluslardan vatandaşların ülkesidir. Almanya çok uluslu, çok dilli, çok kültürlü bir ülke haline gelmiştir. 

Eğitimin başına "Alman" ve "milli" sıfatlarını koymak Almanya Federal Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkleri, Kürtleri, Rusları, Polonyalıları, Yunanlıları, İtalyanları ve diğer milletlerden insanları huzursuz eder. Yok sayar. Toplumda milliyetçi ayrımları körükler, çok kültürlü toplum yapısına zarar verir.

Hitler döneminde bütün isimlerin önüne "Alman" ve "milli" sıfatları getirilmişti. Getirmek bir zorunluluktu. Hitler dönemi, Almanya’da yaşayan Alman olmayan insanlar ve milletler için baskı, korku, ızdırap, ölüm yılları olmuştu.

Bu nedenle, Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası yapılırken her türlü milliyetçi kavramlara, sıfatlara son verilmişti. Anayasa’da eğitim ve öğretimi belirleyen 7. Madde’nin başlığı da "Schulwesen" yani "okul sistemi" olarak kabul edilmişti.

"Federal Almanya’da eğitim ve öğretimde "Eğitim sistemi", "eğitim", "okul işleri dairesi", "eğitim bakanı", "okul düzeni" gibi isim ve kavramlar kullanılır.

 

3. Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası’nda Eğitim

Demokratik hukuk devletlerinin yapısını, temel hak ve özgürlükleri; yasama, yürütme, yargı işlerini vb. halkın özgür iradesiyle kabul edilmiş anayasalar belirler. Eğitim ve öğretim sistemi de anayasanın ruhuna, dünya görüşüne uygun olmak zorundadır.

Almanya’daki eğitim sistemini belirleyen anayasa maddelerini burada aynen aktarmakta yarar var:

3.1. Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası Başlangıç’ı:

"Tanrı ve insanlar karşısındaki sorumluluğunun bilincinde olan, birleşmiş bir Avrupa’nın eşit haklara sahip bir üyesi olarak, dünya barışına hizmet etmek emeliyle beslenerek, özgür iradesiyle hareket eden Alman halkı, kendi Anayasa yapma yetkisine dayanarak, iş bu Anayasa’yı kabul etmiştir."

3. 2. Temel haklar, Madde 1 

Paragraf 1: 

"İnsan onur ve haysiyeti dokunulmazdır. Tüm devlet erki (aller staatlichen Gewalt) ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür."

Paragraf  2:

"Alman halkı, bu nedenle dokunulmaz ve devredilmez insan haklarını, yeryüzünde her insan topluluğunun, barışın ve adaletin temeli olarak kabul eder."

3. 3. Okul sistemi (Schulwesen) Madde 7

Paragraf  1:

"Bütün okul sistemi devletin denetimi altındadır."

Paragraf  2:

"Çocukların din dersine katılıp katılmayacaklarına karar vermek, velilerin hakkıdır."

Paragraf  3:

"Din dersi, mezhepsiz okullar dışındaki kamu okullarında olağan derslerdendir. Din dersi, devletin denetim hakkına zarar vermeyecek şekilde, dinsel toplulukların temel ilkeleriyle uygunluk içinde verilir. Hiçbir öğretmen, iradesine aykırı olarak din dersi vermeye zorlanamaz."

Paragraf 4:

"Özel okul açma hakkı güvence altındadır. Kamu okullarının yerine geçmek üzere özel okullar, devletin izniyle kurulurlar ve eyalet yasalarına tabidirler. ..."

 

4. Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Anayasası’nda eğitim

Eğitimin temel ilkeleri:

Madde 7:

"Tanrıya ve insan onuruna saygılı olmayı, toplumsal düşünüp, toplumsal hareket etmeyi öğretmek, eğitimin öncelikli amaçlarındandır.

"Gençlik; insan haklarına saygılı, demokratik, özgür, sabırlı, kişilerin düşüncelerine saygılı, yaşam için gerekli olan her şeyi koruma sorumluluğu taşıyan, halkını ve memleketini seven, ulusları tanıyan, barışçı düşünceye inanan insanlar olarak yetiştirilmeli ve eğitilmelidir."

Madde 8:

"Her çocuk eğitim ve öğretim hakkına sahiptir. Anne ve babanın, çocuğunun eğitimine karar verme hakkına sahip olmaları, eğitim ve öğretim sisteminin temelini oluşturur."

"Devlet; eğitimin, ülkenin kültürel ve sosyal yapısına uygun olarak yapılmasını sağlamakla yükümlüdür."

Madde 9:

"Öğrenim, tüm genel  ve mesleki eğitim okullarında parasızdır."

Madde 11:

"Vatandaşlık bilgisi ve eğitimi, tüm okullarda eğitimin temel ilkelerindendir."

 

5. Federal Almanya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Johannes Rau’nun, Anayasa’nın Almanca–Türkçe baskısına yazdığı, 9 Kasım 1999 tarihli önsözde yaptığı açıklamalar:

Türkçe, Federal Almanya’da en çok konuşulan ikinci dildir. Federal Almanya Cumhuriyeti vatandaşlarının yaklaşık bir milyon kadarının anadili Türkçe’dir. Bu nedenle Aralık 2000 tarihinde, Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası’nın Türkçe çevirisi yayınlanmıştır. 

Bu iki dilli Anayasa metninin önsözünde Cumhurbaşkanı Johannes Rau diğer konuların yanında özellikle şu açıklamaları yapmıştır:

" ... Anayasa devletin kendisi değildir. Fakat Anayasa ile iyi bir devlet oluşturabiliriz. Bunun için sadece başkalarının bir şey yapmasını beklemeyen ve devletin herkesi ilgilendiren bir mesele olduğunu anlayan vatandaşlara ihtiyacımız vardır."

"Anayasa’nın şimdiki ve gelecekteki en önemli cümlesi, insan onurunun dokunulmazlığını dile getiren 1. maddesidir. Anayasayı yapanlar, bu birinci cümlede bilinçli olarak devlet veya devlet erkinden ve halktan değil, insan, bireysel insan ve onun onurundan bahsetmişlerdir. Bu durum insanların hayatını veya yaşam imkanlarını sözde daha yüce amaçlar yolunda feda eden tüm ideolojilere bir ret cevabıdır. Bu aynı zamanda insanların nesebi, rengi, içtihat veya inançlarından dolayı uygulanan her türlü ayrıma karşı bir ret cevabıdır."

"1. Maddede Alman’ın onuru dokunulmazdır veya sağlıklı ve kazancı iyi olanın onuru dokunulmazdır denmeyip, sadece insanın onuru dokunulmazdır deniyor. Bu bağlayıcı yanı olmayan bir felsefi düşünce değil, demokratik hukuk devletimizde siyasi sorumluluk üstlenen herkesin amelleri için devamlı geçerli olan bir vazife ve görev teşkil etmektedir."

 

6. Almanya’daki okul sisteminin işleyişinden bazı önemli noktalar:

Anayasa ve yasalarla belirlenmiş olan eğitim ilke ve amaçlarının uygulama alanı okullardır. Öğretmenler, veliler ve öğrenciler verimli bir eğitim sürecinin sacayaklarıdır. Bu sacayakları, ülkenin gerçekleri ile doğrudan karşılıklı etkileşim ve bağlantı içinde toplumun geleceğini yaratacaklardır.

Öğretmenler, öğrenciler ve veliler demokratik, özgür, güvenli ve barış kültürünün canlı olduğu bir ortamda verimli, üretken, yaratıcı, istekli, özverili olabilirler.

Korku, şiddet, kavga, güvensizlik, bağnazlık, milliyetçilik insan beyninin sağlıklı çalışmasını önler. Yaratıcılığı, bilimsel üretkenliği yok eder. Özgürlük olmadan bilim olamaz. Özgür ve demokratik bir eğitim ancak özgür ve demokratik bir toplumda var olabilir.

Bu nedenle çağdaş, demokratik, gelişmiş toplumlarda eğitim ve öğretimin her alanında özgür düşünmeyi, kişiliğin serbest gelişimini önleyen bilim dışı; akıl ve mantığa uymayan her türlü engeller olabildiğince kaldırılmaya çalışılıyor. Daha iyi, daha insancıl, daha üretken ve insan kişiliğinin bütünlüklü gelişimini sağlayacak bir eğitim için sürekli araştırmalar, denemeler, yenilikler yapılıyor.

Almanya’daki eğitim ve öğretim her yönden tam ve mükemmel değildir. Aksayan, verimli olmayan yönleri vardır. Gelişmiş ülkeler arasında yapılan PISA araştırmasında Almanya’daki eğitimin birçok aksayan yönü olduğu bilimsel olarak ortaya konmuştur. şimdi bu eksiklikler, aksayan yönler giderilmeye çalışılıyor.

Fakat ortada işleyen, bilimsel üretkenliği ile dünyanın en önde gelen teknolojilerini, dünyanın en güçlü sanayi üretimini gerçekleştiren bir eğitim var. Almanya’nın birkaç önemli üniversitesinde bir yılda yapılan bilimsel araştırmalar, yayınlanan uluslararası bilimsel makaleler birçok ülkenin bilimsel üretiminden fazladır.

Aksayan yönleriyle birlikte böylesine verimli ve üretken olan Almanya’daki eğitim alanından ve okul yaşamından bazı uygulamaları belirtmek istiyorum.

6. 1. Ders kitapları:

İlk ve ortaöğretim okullarında ders kitapları sınıf ya da branş öğretmenlerinin önerisi, öğretmenler kurulunun onayı ile belirlenir. Ders kitapları eskidiği için değil; hızla ilerleyen bilime ayak uydurmak için her beş yılda bir değiştirilir.

Ders kitaplarında bilimselliğe, estetik güzelliğe, edebi ve sanatsal düzeye önem verilir. Almanca Edebiyat ve okuma kitaplarında Almanya’nın ve dünyanın ilerici, sanatsal düzeyi yüksek yazarlarının ürünlerine yer verilir. Bu anlamda ortaokul ve lise kitaplarında Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Fakir Baykurt gibi Türk yazarlarına da yer verilir.

Almanya’da "Milli Tarih", "Milli Coğrafya", "Milli Atlas" gibi ders kitapları yoktur.

6. 2. Okullardaki törenler

Almanya’da hiçbir okulda bayrak töreni yapılmaz. Alman milli marşı söylenmez. İlkokullarda her sabah "Almanım, çalışkanım, doğruyum; yasam...... varlığım Alman varlığına armağan olsun! Ne mutlu Alman olduğuma!" gibi çocuğun beynini şartlayacak ve okuldaki çok uluslu, çok kültürlü yapıyı bozacak "ant içme" törenleri yapılmaz. Böylesi törenselliklere en başta buradaki Türkler karşı çıkar. "Almanya Almanlarındır, yabancılar dışarı!" ve "Ne mutlu Alman olduğuma!" gibi sloganları Alman milliyetçileri, aşırı sağcı ve neo-nazi parti ve gruplar kullanıyor. Bu tür sloganları okulda kullanmak suçtur.

6. 3. Okullardaki resimler ve süslemeler:

Almanya’daki okullarda, devlet dairelerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında herhangi bir Alman kralının, devlet büyüğünün, parti önderinin vbg. resmine, büstüne, heykeline yer verilmez. Kişileri insan üstü gösterecek her türlü uygulamalara karşı çıkılır. Çünkü Alman halkı, geçmişte bu tür uygulamaların acı sonuçlarını yaşamıştır.

Okullarda ilerici, özgürlükçü, hümanist, örnek yazarların, sanatçıların, şairlerin, bilim adamlarının, bilim kadınlarının, büyük müzikçilerin, kaşiflerin resimlerine yer verilir. Okullara ya bu tür örnek insanların isimleri verilir ya da bulunduğu sokakla anılır.

Berlin’de bir okula "Aziz Nesin" adı verildi. Başka bir okula da 90. doğum günü vesilesiyle "Nazım Hikmet" adı verilecekti. Türk velilerin oylarıyla reddedildi.

Okullar ve sınıflar öğrencilerin yaptığı resimlerle,  örnek ürünlerle süslenir. Amaç okulu öğrenci için çekici, huzurlu, güvenli ve sevimli bir mekan haline getirebilmektir.

6.4. Anadil Eğitimi:

Almanya’da anadil eğitimi hakkı, Almanların ve çeşitli uluslardan bilim insanlarının bilimsel çalışmalarının temelinde ilerici, demokrat partilerin, derneklerin, insanların uzun mücadeleleriyle kazanıldı. 

Anadil eğitimine, çocuğun kültürel kimliğini ve kişiliğini geliştirmek için önem veriliyor. Anadilini tam bilmeyen, doğru kullanamayan bir çocuk, ikinci üçüncü dili öğrenmede çok zorluk çekiyor.

Almanya’da okul dili Almancadır. Lise bitiren bir öğrenci üç dört dili öğrenir.

Anadil eğitimi, yabancı dil eğitiminden çok farklı bir eğitimdir.

Anadil eğitimi, artık bir insan hakkı olarak kabul ediliyor. Her anadil bir zenginlik olarak görülüyor.

Öğretilen anadil sayısı eyaletlere göre değişebilir. Örneğin Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’inde Türkçe, Kürtçe, Rusça, Arapça, Yunanca, İspanyolca, Arnavutça, Sırpça, Hırvatça, Farsça başta olmak üzere 21 ayrı dilde anadil eğitimi yapılmaktadır.

Anadil eğitimine getirilen kısıtlamalar 2003 yılında büyük protestolara yol açmıştır.

Türkçe Anadil Dersi öğretmenleri ya Türkiye’den seçilerek, dört yıl süreyle gelmekte ya da eyalet eğitim, kültür bakanlıklarınca atanmaktadır. Almanya’daki eyaletlerin çoğu Türkiye’den öğretmen alımını durdurmuştur. Essen Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü 1995 yılında açılarak, Türkçe Anadil Öğretmeni ihtiyacını karşılanmaya başlamıştır.

Türkçe Anadil Derslerine gösterilen ilgi ve katılım oranı ne yazık ki giderek düşmektedir. Almanya çapında Türkçe Anadil Derslerine katılması gereken Türk öğrencilerin ancak % 48’i bu dersleri seçiyor. Bu oran, Berlin gibi Türklerin yoğun olduğu bir eyalette % 8 dolayındadır.

6.5. Din dersleri:

Din dersleri ve din eğitimi Alman Anayasası ile güvenceye alınmıştır. Din dersi seçmeli bir derstir. Din eğitimi Almanca yapılır. Son yıllarda İslam din dersleri Almanca olarak verilmeye başlanmıştır. Bu derslere çeşitli uluslardan Müslümanlar katılmaktadır. İslam din dersi öğretmenlerini yetiştirmek için iki üniversitede özel bölümler açılmıştır.

6. 6. Askerlik dersleri

Federal Almanya Cumhuriyeti’nde askeri okullar dışındaki hiçbir okulda askerlik dersi yoktur. Askerlik görevi, Anayasa’nın 12a Maddesinde belirlenmiştir. Buna göre, "18 yaşını bitirmiş olan erkekler silahlı kuvvetlerde, federal sınır muhafızlığında veya sivil savunma birliklerinde hizmet altına alınabilirler." Fakat eline silah almak istememe, silah altında askerlik yapmak istememe hakkı anayasal güvenceye alınmıştır. 

Bu konuda 12a maddesinin 2. paragrafında şöyle deniyor:

"Vicdani nedenlerle silahlı savaş hizmeti yapmak istemeyen kimse, onun yerine bir yedek hizmet altına alınabilir. Yedek hizmet süresi, askerlik süresini geçemez. ..."

Almanya’da yaşayan gençlerin çoğu silahlı askerlik görevini kabul etmeyerek sosyal yardım kurumlarında, hastanelerde, huzur evlerinde vbg. insani işlerde çalışmaktadır. Türkiye kökenli erkek Alman vatandaşlarının büyük bir kısmı askerlik hizmetlerini sivil yedek hizmetlerde tamamlamaktadırlar.

Silahlı kuvvetlerde askerlik yapmak istemeyenlere kimse bir şey demez. Aşağılamaz. Almanya’da silahlı kuvvetlerde askerlik hizmeti yapmak isteyen gençlerin sayısı giderek azalmaktadır. Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde ise, büyük ilan kampanyaları ile silahlı askerlik hizmeti özendirilmeye çalışılıyor.

 Almanya’da okullarda, televizyonlarda, basın organlarında ne genel kurmay başkanının, ne ordu komutanlarının  ne de emekli generallerin adı sanı duyulmaz. Öğrenciler; cumhurbaşkanının, başbakanın, bakanların vb. adını bilebilir ama silahlı kuvvetlerden kimsenin adını sanını bilmez. 22 yıldır Almanya’da yaşıyorum. Almanya Genel Kurmay Başkanının, komutanlarının kim olduğunu bilmiyorum. Bir gün olsun televizyonda bir generalin siyasi açıklama yaptığını görmedim. Böyle bir durum olsa Almanya ayağa kalkar. Çünkü toplum yaşamı sivilleşmiştir. Ülkeyi siviller yönetmektedir.

6. 7. Üniversiteye giriş 

Almanya’da temel eğitim on yıldır. İlkokul dört yıldır. Dördüncü sınıfta çocuğun daha sonra hangi okula devam edeceğine notlarına bakarak sınıf öğretmeni ve veli birlikte karar verir. Liseye, ortaokula gidecek öğrenciler ayrılır. Her iki yılda bir öğrencinin durumu değerlendirilir. Notlarına göre öğrencinin nasıl devam edeceğine öğretmenler kurulu ve veliler birlikte karar verirler.

Meslek eğitimi, onuncu sınıftan sonra üç yıl devam eder.

Lise eğitimi en zor eğitim biçimidir. 13. sınıfın sonunda özel bitirme sınavlarını başaranlar lise diploması alabilirler. Öğrenciler, lise bitirme notlarının ortalamasına göre, her hangi bir giriş sınavına tabi olmadan istediği bir üniversiteye girebilir.

Almanya’da üniversiteye giriş sınavına hazırlamak için herhangi bir dershane yoktur. Üniversiteye hazırlamak; yüksek öğrenim için gerekli bilgi ve becerileri kazandırmak okulun görevidir. Bu görevlerini yapamayan, özel dershaneleri yardıma çağıran bir eğitim sistemi zaten işlemiyor demektir.

6. 8. Öğretmenlik mesleği:

Öğretmenlik, Almanya’da en saygın bir meslektir. Haftalık çalışma süresi okul çeşidine, yaşa bağlı olarak 24-28 ders saati kadardır. Öğretmenlerin maaşları, ortalama maaş seviyesinin üstündedir. Öğretmenler üniversitelerde üç ayrı branşta eğitim görürler. Üniversite eğitiminden sonra belli bir okulda, iki yıl staj yaparlar. Bu staj dönemi çok önemlidir.

Öğretmenlerin sendika hakkı vardır. Toplu sözleşme yapmaktadırlar. Fakat grev hakları yoktur.

Her okulda sendika temsilcileri ya da sendika haberlerini duyurmak için öğretmen odalarında belli yerler vardır. Öğretmen sendikası eğitim ve öğretim işlerinde söz sahibidir. Okul müdürleri, eğitim müdürleri sendikal çalışmaları engellemez. Gerektiğinde yardımcı olur. 

Sendikal çalışmaları nedeniyle sürülen, kovulan, cezalandırılan tek bir öğretmen görmedim, duymadım. Almanya’da sağcı hükümetler bile, bir sendikalı öğretmeni, sırf düşüncelerinden dolayı cezalandırma yoluna gidemez.

Öğretmen sınıfta görevini serbestçe yapar. Fakat Türkçe Anadil Dersi öğretmenleri Alman meslektaşının özgürlüğüne sahip değildir. Çünkü Türkçe öğretmeni, Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gönderilmişse, her yönden konsolosluklar, eğitim ataşeleri tarafından denetlenir. Eğer Almanya Eyalet Kültür Bakanlıkları tarafından işe alınmışsa konsolosluklar doğrudan denetleyemez. Ama dolaylı denetleme yollarına başvurur. Ayrıca Türk velilerden bazısı Türkçe Anadil Dersi öğretmenine kendi siyasal, dinsel görüşleri doğrultusunda baskı yapar.

12 Eylül 1980 sonrası yıllarda, birçok Türkçe Anadil Öğretmeni ajanlığa, istihbarat elemanı olarak çalışmaya zorlanmıştı. "Derslerinde Nazım Hikmet’i işledi", "Cunta rejimini eleştirdi" gibi gerekçelerle ilerici, demokrat bazı öğretmenler cezalandırıldı. Pasaportlarına el kondu. Türkiye’ye sokulmadı. 

Halbuki Almanya’da suya sabuna karışmayan, kitapta yazılanı tekrarlayan öğretmen makbul değildir. Konusunu en yeni, en gelişmiş bilgiler ve yöntemlerle işleyen öğretmen iyi öğretmen olarak kabul edilir.

Devlet öğretmenin okumasını, bilgisini sürekli geliştirmesini sağlayacak önlemleri alır. Örneğin, öğretmenlerin meslekleri ile olarak aldıkları tüm kitap paraları vergiden düşülür. Öğretmenlerin evlerindeki kitaplık ve çalışma odalarının kirası genel ev kirasından düşülür. Öğretmenlerin aldığı bilgisayar, kullandığı büro malzemelerinin tutarı vergiden düşülür. 

7. Sonuç

Almanya’da en mükemmel eğitim sistemi, en doğru öğretim metodu henüz bulunamadı. Ama daha insani, daha verimli, daha üretken; insan beyninin yapısına ve işleyişine uygun eğitim sistemlerinin ve öğretim yöntemlerinin geliştirilmesi yönünde çok yönlü çalışmalar, tartışmalar, araştırmalar devam ediyor.

Gelişmiş demokratik ülkelerde artık eğitim ve öğretimin bir devlet, bir parti, bir din, bir siyasal ideolojinin egemenliği için araç olarak kullanıldığı anlayışlardan; eğitim ve öğretimin her şeyden önce sağlıklı, hoş görülü, insan haklarına saygılı, barış kültürünü özümsemiş; kendisine ve dünyaya eleştirel bakabilen, meraklı, araştırıcı, kültürlü, özgür bir birey, özgür bir yurttaş yetiştirme aşamasına ulaşılmıştır.

Böyle bir eğitimin başarılı sonuçları, insanlığın bilgi hazinesine yapılan katkılarda; bilim, teknik, kültür, sanat, felsefe alanındaki gelişmişlik düzeyinde açıkça görülebilir.

 

 

 

 

 

Kemal Yalçın

 

Çocuklara Okuma Alışkanlığı Nasıl Kazandırılabilir?

 

Mayıs 2004, S.3

 

Almanya, nüfusuna göre, dünyada en çok yeni kitap yayınlanan ülkelerden biridir. Geçen ay yayınlanan yeni kitapların toplam sayısı  seksen bin kadardır. Türkiye’de bir yılda yayınlanandan çok kitap, Almanya’da bir ayda yayınlanmaktadır.

Almanya, yayınlanan günlük gazete, haftalık dergi ve diğer  yazılı basın organlarının toplam tirajı bakımından da dünyanın önde gelen ülkelerinden biridir.

Buna rağmen Almanya’da bilimsel araştırmaların ortaya koyduğu önemli bir sorun var:  Gençler ve öğrenciler arasında  okuma alışkanlığı, okuma sevgisi giderek azalıyor. Toplum genelinde kitap, gazete, dergi vb. tüketimi düşüyor.

Birçok günlük gazete, süreli basım organları trajı düştüğü için, ekonomik sıkıntı içinde. Kimi gazeteler işçi çıkarıyor. Birçok basımevi kapanıyor. Yayınevleri ayakta kalma mücadelesi veriyor.

Özellikle çocuklar ve  gençler arasında okuma sevgisinin zayıflaması; toplumun geleceği, ülkenin kültür, bilim, sanat dünyasında açacağı yaralar bakımından eğitimcileri düşündürüyor.

 Yapılan araştırmalara göre, ana babaların dörtte biri çocuklarının okuma alışkanlığını geliştirmek, kitap okumaya teşvik etmek için çaba gösteriyor. Oysa on yıl önce, ana babaların yarısı çocuklarına okuma alışkanlığı kazandırmaya uğraşıyordu.

Araştırma sonuçlarına göre, Almanya’da ilkokul öğrencileri günde ortalama iki saat televizyon karşısında oturmakta ve ortalama sadece on beş dakika okumaktadır.

Televizyonun yanına bilgisayar oyunlarına ayrılan zamanı da eklersek ilkokul çocuklarının beyinlerinin nasıl yorulduğu daha iyi anlaşılabilir.

Okuma alışkanlığı, Türkiye kökenli göçmen çocukları arasında, Alman çocuklarına oranla daha da düşüktür. Türkiyeli  göçmenler arasında, hayatında hiç kitap okumamış, bir kere bile para verip kitap almamış ana baba çoktur.

Fakat Almanya’daki Türkiyeliler arasında okuma oranının neden bu kadar düşük olduğunu araştıran özel bilimsel çalışmalar ne yazık ki yoktur. Bu nedenle konuyu incelerken Almanya genelinde yapılmış araştırma verilerine dayanıyorum.

 

Okuma sevgisi nasıl yaygınlaştırılabilir?

Bir toplumda okuma alışkanlığını, okuma sevgisini yaygınlaştırmanın  temel şartı, gerçek anlamda düşünce ve ifade özgürlüğünün hayata geçirilmesidir. 

Düşünce özgürlüğünün; düşündüğünü korkmadan, sansürlemeden ifade etme ve korkmadan yayınlama özgürlüğünün olmadığı bir ülkede çocuklara okuma sevgisi yeterince verilemez.

Kitabın sakıncalı suç aletleri arasında sayıldığı; kitapların yasaklanıp imha edildiği; yazarların düşüncelerinden dolayı cezalandırıldığı  bir ülkede çocuklara, gençlere okuma sevgisi kazandırmak çok zordur. Böyle ülkeler, öncelikle düşünce ve ifade özgürlüğünü; temel hak ve özgürlükleri hayata geçirmek zorundadırlar.

Almanya, düşünce ve ifade özgürlüğünün birey ve toplum yaşamında gerçekten uygulanabildiği bir ülkedir. Şu anda, Almanya’da düşüncesinden dolayı yargılanan, hapise atılan tek bir yazar, şair, bilim adamı, araştırmacı vb. yoktur.

Okuma alışkanlığını ve sevgisini öğrencilere kazandırmanın  baş şartlarından birisi de bizzat tek tek öğretmenlerin okumayı sevmeleri, okuma alışkanlığına sahip olmalarıdır. Okumayan bir öğretmen öğrencilerine okumayı sevdiremez.

Bilgili, nitelikli, sabırlı ve mesleğini seven insanlar olarak yetiştirilen öğretmenler, meraklı, araştırıcı, soran, sorgulayan ve okuyan öğrenciler yetiştirebilir.

Almanya’da okuma sevgisini ve okuma alışkanlığını çocuklar ve gençler arasında yaygınlaştırmanın toplumsal, kültürel ve siyasal temeli vardır.

İşte bu temel üzerinde, öğretmenler, eğitimciler, kültür ve sanat çevreleri okuma sevgisini geliştirecek projeler üretmekte, yeni yöntemler geliştirmeye çalışmaktadırlar.

Ben bu yazımda, çalıştığım ilkokullarda okuma sevgisini geliştirmek; okuma alışkanlığını kazandırmak için öğretmenler kurulu kararıyla uygulanan yöntemlerden, verilen emeklerden kısaca söz etmek istiyorum.

İlkokullarda okuma alışkanlığını kazandırmak için neler yapılıyor?

PISA Araştırması ile ilkokul öğrencileri arasında okuma yeteneğinin geriliğine ve okuma alışkanlığı seviyesinin düşüklüğüne bilimsel olarak dikkat çekildi.

Bunun üzerine Kültür Bakanlığı harekete geçti. Daha ayrıntılı araştırmalar yapıldı.  Okuma alışkanlığını artıracak önlemler uygulamaya kondu. Bu önlemleri hayata geçirmek için eğitim sorumluları, öğretmenler, yöneticiler çeşitli kurslar, seminerler ile bilgilendirildi.

Konu, her okulun öğretmenler kurulunda defalarca tartışıldı. Öğretmenler kurulu okuma alışkanlığının daha iyi nasıl kazandırılabileceğini araştırmak için özel çalışma gruplarını görevlendirdi. Bu araştırmalar tartışılıp karara bağlandı.

Okullar bu konuda birbiriyle bilgi ve deney iletişim ağı kurdu.

AMAÇ: Öğrencilerin, zorlamadan okumasını ve okuduğu metnin içeriğini hızla kavramasını sağlayacak beyinsel yeteneklerini geliştirmektir. Çocuk beyni, ancak sevgi ve güven ortamında sağlıklı gelişebilir. 

O halde, okumak öğrenciler için sıkıcı, zorlayıcı, not korkusu ile yapılan bir iş olmaktan çıkarılmalıdır. Okumak, her öğrencinin yeteneğine göre, severek yaptığı bir iş haline getirilmelidir.

İlkokul öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada, öğrencilerin oturarak değil karınları üzerine yatarak ya da yan gelip uzanarak okumayı tercih ettikleri görülmüştür. Ayrıca ilkokul öğrencileri okumak için rahat ve sıcak bir köşe istemektedirler.

 

Bunun için sınıf düzeyinde neler yapılıyor?

• Her sınıfın arka tarafında bir okuma köşesi yapıldı. Bu okuma köşelerine koltuklar, yer halıları kondu. İsteyen öğretmenler bu köşeyi öğrencilerin ders saati içinde uzanıp yatarak kitap okuyabileceği biçimde düzenledi. Koltuğun üstüne pembe tülden cibindirik örttüler. Böylece, dersini erken kavrayan, soruları erken cevaplayan öğrencilerin öğretmenden izin alarak, okuma köşesine giderek, cibindirik altındaki koltuğa uzanıp istediği bir kitabı okuması mümkün oldu.

• Okuma köşeleri öğrencilerin yaşına, ilgisine, ünitelere ve sınıftaki çok kültürlü, çok renkli duruma uygun; albenisi olan, içerik ve biçim yönünden kaliteli kitaplarla dolduruldu.

• Okuma köşelerine aynı zamanda sınıfa uygun oyuncaklar da kondu. Öğrenciler okuma ile oyunu bir arada sürdürebiliyorlar.

• İsteyen öğrenciler ikili okuma da yapabiliyor. Bir kitabı beraber okuyup, birlikte konuşabiliyorlar.

• Öğrenciler, okuma köşesine konulacak kitapların seçimine katılıyor. Öğretmen ya da okul idaresi öğrencileri yok sayarak, üstten gelen emre göre ya da üsttekilerin gözüne girmek için kitap alıp, okuma köşesine koymuyor.

 

Okuma sevgisini ve okuma yeteneğini geliştirmek için ilkokul düzeyinde neler yapılıyor?

• Öğretmenler okuma konusunda meslek için eğitimden geçiriliyor.

• Velilere yönelik, okuma sevgisini geliştirici ortak çalışmalar yapılıyor. Velilere, evde çocuklarına okuyabilecekleri kitaplar tavsiye ediliyor. Böylece veliler de okumaya teşvik ediliyor.

• Öğrenciler okul dışındaki kütüphanelere, kitapevlerine götürülüyor. Çocuklar kütüphanelere alıştırılıyor.

• Okula yazarlar davet ediliyor. Okulda sınıflara göre okuma günleri düzenleniyor. Öğrenciler yazarlarla tanıştırılıyor. Öğrenciler yazarlara sorular soruyor.

• Her yıl, okulda kitap sergisi ve kitap pazarı kuruluyor. Yayınevleri kitaplarını okula getirip sergiliyor. Öğretmenler ve yayıncılar kitapları öğrencilere ve velilere tanıtıyor. Öğrenciler istediği kitapları hemen orada ısmarlayabiliyor. Öğretmen öğrencisinin hangi kitabı aldığını bilerek, daha sonra okuyup okumadığını denetleyebiliyor.

• Anadil dersine katılan öğrenci başına eğitim bakanlığı, 12.85 Euro ders ve okuma kitabı parası veriyor. Bu paralarla her yıl Anadil Dersi ile ilgili kitaplar alınarak, anadil sınıfı kitaplığı oluşturuluyor.

• Öğrencilerin sadece okuma değil, aynı zamanda yazma yeteneklerini geliştirici yöntemler uygulanıyor. Bu amaçla okul dergisi yayınlanıyor. İlkokul öğrencilerinin şiir, kısa öykü yazmaları; resim çizmeleri teşvik ediliyor.

• Öğrencilerin okuma heyecanını artırıcı eğitim yöntemleri uygulanıyor. Kültürel, sanatsal etkinlikler hayata geçiriliyor. Okul düzeyinde okuma yarışmaları, okuma akşamları ve okuma bayramları yapılıyor. Bütün etkinliklerde öğrencilerin özgür yaratıcılıkları, çocuk beyinlerinin serbestçe, korkmadan sağlıklı çalışması esas alınıyor.

 

SONUÇ:

Almanya’da öğrenciler ve gençler arasında giderek gerileyen okuma sevgisini ve okuma alışkanlığını artırmak her düzeydeki okulların başlıca görevlerindendir. Okuma sevgisi, okul ve ailenin ortak çalışmalarıyla geliştirilebilir. Okuyan öğrenci, başkalarının bilgi ve deneylerini paylaşan öğrencidir. Okumak, sağlıklı beyin gelişiminin, geniş düşünebilmenin temellerindendir. Bu nedenle okumayı seven öğrencinin derslerdeki başarısı da artar. Okuyan öğrenci, daha iyi görür ve daha geniş düşünür.

Ağaç yaşken eğilir. Okuma sevgisi ve okuma alışkanlığı çocuklara okul öncesi yıllardan başlanarak, sabırlı, bilinçli, sevgi dolu çabalarla kazandırılabilir.

Kısaca YKKED

“Bizler, Cumhuriyetimizin en önemli eğitim projesi olan Köy Enstitüsü çıkışlılarının, kurucularının, çalışanlarının yakınları olarak yan yana gelip.